Petrol, dünyanın geç keşfettiği ancak keşfinden sonra paylaşamadığı bir yer altı zenginliğidir. Bu zenginlik öylesine dikkat çekicidir ki onun için birçok kavga, kargaşa hatta savaş yapılmış hala da yapılmaktadır. Petrolün hikâyesi ise son derece ilgi çekicidir. Petrol çok eski tarihlerden beri bilinirdi. Eski tarihlerde “Kaya Yağı” olarak bilinen petrol, bezler sayesinde emdirilerek toplanıyordu. Petrolün ilk çıktığı yer olarak Irak, İran, Azerbaycan toprakları iddia edilmektedir. Meşhur seyyah Marco Polo seyahatnamesinde Bakü’den geçerken petrolden bahsetmektedir. Ayrıca petrolün ticari amaçlarla kullanıldığı şeklinde bilgi vermektedir.
Ticari amaçlarla günümüzdeki petrolün ilk elde edilişi ise “Pennsylvania Rock Oil Company” adlı bir şirket tarafından Amerika Birleşik Devletleri’nde olmuştur. XIX. yüzyılın tam ortasına denk gelen bir dönemde Amerikalı iki yatırımcı kurdukları şirketle ticari kazançlar elde etmek istediler. Aynı dönemlerde eczanelerde ilaç olarak da kullanılan bu kaya yağı hızlı bir şekilde aydınlatma sisteminde kullanılmaya başlandı.
Petrolün Ortadoğu’da ticari amaçlarla çıkışı ise Anglo-Persian Oil Company adlı şirket tarafından İran’da oldu. İngiltere’nin kontrolünde olan bu ilk şirket İran’da çok geniş ticari imtiyazlarla birlikte önemli bir mevki elde etti. Amerikalı önemli bir yatırımcı olan Colouste Gulbenkain, 1904 yılında Padişah II. Abdülhamid’e Irak’taki petrol yatakları üzerine olan raporunu sundu. Bunun üzerine günümüzde de hala muhabbeti yapılan II. Abdülhamid’in petrol bulunduğu tahmin edilen yerleri şahsi mülkü haline getirmesi oldu. Aynı zamanda Osmanlı Devleti, Anglo-Persian Oil Company, Royal Dutch Shell ve German Deutsche Bank’a belli ortaklıklarla Osmanlı Devleti’nde petrol arama iznini verdi. Osmanlı Devleti’nden sonra da petrolün çıkartılması ve taşınması konusunda İngiltere ve Fransa kendi aralarında anlaşmaya vardılar. Sykes-Picot Antlaşması ile bu durum garanti altına alındı. İngiltere ve Fransa’nın kendi arasındaki vardığı anlaşmalar Amerika Birleşik Devletleri’nin dikkatini çekti. Amerika bu noktada açık kapı politikasının uygulanmasına taraftardı. Ticaretin tüm uluslara açık olması gerektiği Amerika’nın hassas noktalarından biriydi. Bu sayede bölgede kendine de rahatlıkla yer bulabilirdi. Osmanlı Devleti’nin güç kaybetmesi ile birlikte verdiği imtiyazlar Irak Petroleum Company adlı şirkete geçti. İran’da imtiyazlar elde eden Anglo-Persian Oil Company de BP adlı günümüzdeki şirkete dönüştü. Royal Dutch Shell adlı şirket de birkaç isim değişikliğinden sonra günümüzün Mobil adlı şirketinin yerini aldı.
1927 yılında Kerkük yakınlarında büyük miktarda petrol bulundu ve burası 1930’lu yılların sonuna kadar Irak’ın önemli gelir kalemlerinden biri oldu. Bu zamana kadar petrolün sadece İran ve Irak sahasında olduğu tahmin ediliyordu. Basra Körfezi’nin batı yakasında petrolün olduğuna dair çok fazla veri de bulunmuyordu. Standart Oil of California Company, körfezin batı yakasında 1932’den itibaren petrol olduğuna dair işaretler ortaya çıkınca Suudi kralına başvuru yaptı. Aynı dönemde Anglo-Persian Company adlı şirket Standart Oil of California Company’in bu teklifine çok da fazla ilgi göstermeyip rahatsızlık duymadı. İşte tam da bu noktada Suud kralı İngiliz ilgisini yeterli görmeyince 1933’te 50.000 pound karşılığında Basra Körfezi’nin tüm batı yakasında petrol arama imtiyazını Amerikan desteklik Standart Oil of California şirketine verdi. Bu olay Amerikalıların Ortadoğu’da petrol merkezli olarak ilk yerleşmesi oldu. Açılan bu kapı ise daha sonra sonuna kadar aralandı ve bölgenin petrol imtiyazları konusunda Amerikalılar günümüze kadar süren bir avantaj yakalamış oldular. İlerleyen süreçte Amerikan kaynaklı ARAMCO tam anlamıyla Suudi Arabistan üzerinde etkin güç oldu.
Petrol, Ortadoğu ülkelerine hem zenginlik hem de uluslararası ilişkilerde yeni bir güç kazandırdı. Bu sayede Ortadoğu ülkelerine önemli bir ilgi oluştu. Suudi Arabistan, Irak, İran gibi ülkeler elde ettikleri gelirlerle toplumları üzerinde büyük değişiklikler yapmak için niyetlendiler. Örneğin Suudi Arabistan Cübeyl ve Yanbu adlı şehirlerde 70 milyar dolar tutarındaki devasa bir sanayileşme politikasını uygulamak istedi. Ayrıca Filistin meselesi ve İsrail karşıtı duruşları gibi konularda seslerini daha fazla duyurmalarına yardımcı oldu. Ancak petrolün uluslararası ilişkilerdeki gücü sürekli artan bir grafik izlemedi. Amerika kıtalarında ve Azerbaycan gibi başka üretim sahalarının mevcudiyeti ile ortaya çıkan rekabet petrol üzerinde tek bir politika oluşmasına engel oldu. Bu ise Ortadoğu ülkelerinin politikalarını dayatmada ellerini zayıflattı. Ayrıca iç siyasi dengelerin uluslararası ilişkilere bağlı olan yönü bu hedefe ulaşmasında engeller çıkarttı.
Genel olarak değerlendirmek gerekirse petrol, XIX. ve XX. yüzyılda dünyaya yepyeni bir zenginlik bahşetti. Bu zenginlik üzerinde bulunan ülkeler ile bu zenginlikten yararlanmak isteyen ülkeler artık petrolün çekiciliğine bir kere kapılmışlardı. Çekicilik bir süre sonra rekabeti ve rekabet de çatışmaları ve savaşları beraberinde getirdi. Zenginliğin üzerinde bulunan ülkelerdeki yönetimlerin doğru ve yanlışlarından çok uluslararası yapılara uygunluğu öncelik haline geldi. Bir süre sonra da petrol çıkartan ülkelerde kronik siyasi sorunlar baş gösterdi. Bu sorunlar ulus devlet olmaları süreçlerini henüz tamamlamayan ve yeni kurulan bu devletleri sürekli baskı ve çatışma içinde bıraktı. Bu baskı ve çatışma ortamı da günümüzde görüldüğü üzere halen daha devam etmektedir.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.