Büyük Güçler tabiri kendi tarihimizde ve çevremizdeki ülkelerin siyasi geçmişlerinde sıklıkla geçmektedir. Bu ifadenin en yaygın olduğu yerler ise az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerdir. İfade en etkin dönemini ise XIX. yüzyılda yaşamıştır. Osmanlı Devleti’nin ardından Türkiye’nin kurulması ile bu söylem her geçen gün ülkemizde daha az duyulmaya başlanmıştır. Ancak Türkiye’nin yakın komşularında bu ifadenin etkisi uzun süre devam etmiştir ve hala daha devam etmektedir. XX. yüzyılla birlikte ulus devletlerin ortaya çıkması, II. Dünya Savaşı ve ardından gelen Soğuk Savaş dönemleri siyasi ve ekonomik bağımsızlığını elde edemeyen ve yeterince yönetim tecrübeleri olmayan ülkeleri daha güçlü dünya devletleri ile ilişkilere mecbur etmiştir. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar ile Doğu Akdeniz’in birçok yerinde bu ilişki ağları gönüllü bir birliktelikten çok mecburiyet ekseninde devam etmiştir.
Her ne kadar başlık Suriye üzerindeki Büyük Güçlerin çıkarları olsa da Suriye’yi çevresindeki ülkelerden izole olarak ele almak mümkün değildir. Özellikle bölgenin dini ve tarihi geçmişi dikkate alındığında bu durum daha belirgin hale gelmektedir. Bölge üzerinde Avrupa kaynaklı güçlerin varlığı çok eskilere gitmekle birlikte dini ve mezhepsel rekabet daha öndeydi. İlk olarak Avrupalı güçler içinde Fransa, Kutsal Yerler olarak gördüğü Kudüs ve çevresinde Katoliklerin haklarını koruma amaçlı olarak 1564’te imtiyazlar elde etti. Daha sonra 1673’te ve kapitülasyonların son defa yenilendiği 1740 yıllarında –ilki 1535’te verilmişti- Fransa bölgedeki yerini sağlamlaştırdı. Ancak Fransız İhtilali’nin ortaya çıkışı ile Katolikler korumasız kaldılar. 1846 yılında ise Osmanlı Devleti’nin iyice zayıflamasını fırsat bilerek Ruslar, Kutsal Yerler’de bu defa Ortodoksların etkin olması için bastırdılar. Rekabet Rusya’nın yalnız kalması ile sonuçlandı. Ancak Rusya bu durumu güç kullanarak çözmek isteyince 1853-1856 tarihli Kırım Savaşı patlak verdi. Günümüzdeki uluslararası askeri operasyonların ilk örneklerinden biri olabilecek bir birliktelikle İngiliz, Fransız, İtalyan ve Osmanlı güçleri Rusya’yı etkisiz hale getirdi. Bu savaşla birlikte Büyük Güçler artık varlıklarını kalıcı hale getirmek için mezhepsel ve etnik ayrımlardan yararlanmanın önemini idrak etmişlerdi. Kısa sürede de bu doğrultuda Fransızlar Lübnan ve Suriye ile ilgilenmeye başladılar. Özellikle Lübnan ve Suriye’de yaşayan Maruniler önem kazandı. İngiltere ise bölgenin bir diğer önemli gücü olan Dürzilerle işbirliği yaparak durumu dengelemek istedi. Araplar üzerinde en güçlü etkiye sahip olanlar ise İngilizlerdi. Zaten yüzyılın sonuna doğru Şerif Hüseyin ile birçok defa masaya oturulmuştu.
Yahudiler ise XIX. yüzyılın başında bölgede önemli bir güç sayılmazlardı. Ancak nüfusları yüzyıl içinde her geçen gün artmaya başladı. Osmanlı Devleti XX. Yüzyılın başlarına kadar dünyanın değişik yerlerinden gelen Yahudi göçü dalgasını durdurmaya çalıştı. Yahudiler üzerinde Almanların bir nüfuzu var denebilirse de bu çok önemli değildi. Almanlar uzun kafa karışıklıklarından sonra Türkler ile işbirliği yapmanın daha yararlı olacağı sonucuna vardılar. En nihayetinde de Osmanlı Devleti için Alman sermayesi ve askeri yardımları can suyu haline geldi. I. Dünya Savaşı’nın ardından ise bölgedeki dengeler değişti. Lübnan ve Suriye Fransız; Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün, Sudan, Irak ve Körfez ülkeleri İngiliz; İran ve Kafkaslar Rus-İngiliz; Balkanlar ise İngiliz-Fransız-Rus ve daha sonra Amerikan yörüngesindeki alanlar olmaya başladı. Ancak bölge ülkelerinin kendi içinden çıkan milliyetçilik bazen de Türkiye gibi ülkelerden örnek alınarak girişilen bağımsızlık mücadeleleri ile kargaşa, önemli bir sorun haline geldi. Büyük Güçlerin nüfuz alanlarını genişletmek istemelerinden doğan rekabet de sorunlara tuz biber oldu.
Sorunları büyüten unsurlardan biri ise Ortadoğu’da zenginliğin her geçen gün artmasıydı. Suudi Arabistan, Irak, Kuveyt ve İran bölgede petrol zengini ülkeler olmaya başladılar. Ancak Suriye’de bu denli petrol rezervleri mevcut değildi. Suriye’yi önemli yapan ise stratejik konumuydu. Ayrıca bölgeyi etkileyebilecek etnik mücadelelerde söz söyleyebilme avantajları ülkenin stratejik konumunu güçlendiriyordu. Bunun yanında Suudi Arabistan’ın uzun süre Fransızlara rağmen olsa da bütün Arapları birleştirme hayali Suriye’yi önemli bir yer haline getirdi. Haşimilerin yerine Suud ailesinin geçişi ile birlikte Suudi Arabistan, Suriye üzerindeki hayalinden vazgeçti. Bu defa Baas önemli bir güç oldu. Ancak Irak’taki Baasçılar ile aralarında ciddi bir rekabet söz konusuydu. O yüzden Nasır daha dikkat çekici gelmeye başladı ve 1958-1961 tarihleri arasında yaklaşık 3 yıl sürecek bir birliktelik ortaya çıktı. Birlikteliğin adı ise Birleşik Arap Cumhuriyeti idi. İsrail ve Amerika’nın tutumları aynı zamanda iç siyasetin getirdiği zorluklar ile Birleşik Arap Cumhuriyeti ideali çok kısa sürdü. 1970’lerden itibaren Hafız Esed iktidarı ele alınca Suriye, Araplar arasında önemli bir yere sahip oldu. Nasır’dan sonra Mısır’ın başına geçen Enver Sedat gerekli bağları kuramayınca Suriye kendini daha rahat hissetti. Esed’in ustaca hamleleri ile Suriye, Lübnan meselesine müdahil oldu. Uzun süre de Suriye askerleri Lübnan’da kaldı.
Genel itibariyle toparlamak gerekirse Suriye Fransızlar için hem tarihi hem de kültürel ve sosyal bağların olduğu bir ülkedir. İngiltere ise daha çok meseleye stratejik yaklaşmıştır. Fransızlara kıyasla etkin bir nüfuz sahibi olma gayretinde de bulunmamıştır. Zaten 1960’ların sonundan itibaren de Ortadoğu’daki başat aktör rolünü sessizce Amerika’ya bırakmıştır. Amerikalılar ilk olarak bölgede Suudi petrolleri ile güç kazanmışlar ardından İngilizlerin etkin rolünü üstlenerek Ortadoğu’nun hemen hemen her ülkesinde en çok dikkat edilen ve gözetilen konumuna gelmişlerdir. İran’da bir dönem çok etkinlerken Ocak 1979’da Ayetullah Humeyni’nin Şah’ı iktidardan etmesiyle hedef ülke haline gelse de bölgede sürekli olarak artan bir güç sahibi olmuştur. Rusların en çok yoğunlaştığı ülkelerin başında ise İran gelmiştir. Ülkenin petrol ve diğer yer altı kaynaklarının işletilmesinde her zaman istekli olmuştur. Aynı zamanda İngiltere ve Amerika gibi güçlerin İran üzerindeki varlığının her zaman altının oyulmasından yana gayret göstermiştir. Bunun en güzel örneği 8 yıl süren İran-Irak savaşında Rusların İran’ı doğrudan desteklemeleridir. Rusya’nın ilgilendiği diğer bölge aktörleri ise Mısır ve Suriye olmuştur. Bu ülkelerin Araplar üzerinde söz sahibi olabilme ihtimalleri Rusya’nın özel ilgisini bu devletlere çekmiştir. Nasır’dan sonra Mısır’da güçlü bir isim çıkmazken Suriye’deki güçlü Hafız Esed figürü Rusların ilgisini çeken hususlardan biri olmuştur. Günümüzde de Rusya’nın bu özel ilgisi devam etmektedir. Rusya’nın Karadeniz Sivastopol’daki büyük deniz üssünden sonra en önemli askeri üslerinden biri de Suriye’nin Lazkiye’den sonra en büyük limanı olan Tartus’tadır. 1971’de Hafız Esed döneminde Suriye’nin silah alımlarından doğan borçların bir miktarının silinmesi karşılığında verilen bu üs halen daha Akdeniz’deki en önemli Rus askeri merkezlerinden biridir. Büyük Güçler arasında Suriye konusunda en sessiz olanı ise Almanya’dır. Almanya’nın Suriye’de çok büyük menfaatleri yoktur. Çıkarların azlığı ilginin de azlığını getirmektedir. Bu yüzden de Suriye meselelerinde Almanya’nın önemli bir söz sahipliği olmamıştır. Zaten en son II. Dünya Savaşı’nda İngiliz ve Fransızlara karşı bağımsızlık mücadelesi veren milliyetçi grupların ilgisini çekmesinden sonra aktif olarak cezbeden bir siyasi figür haline gelememiştir. Günümüzde bir diğer ilgi çeken ülke ise Çin’dir. Çin sadece Suriye’de değil dünyanın hemen her yerinde ticari bağlarla gücünü arttıran bir ülkedir. Bugün Afrika kıtasında bile çok büyük ticari menfaatlere sahiptir. Haliyle Batılı devletler ile ilişkilerinde doğan veya devam eden sorunlara bir denge unsuru olarak uluslararası rekabetin yaşandığı alanlarda daha vurgulu dış politika yapmak Çin’in yararına olmaktadır.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.