Avrupa Birliği günümüzde dünyanın en etkili uluslararası organizasyonlarından biridir. Dünya siyasetinde ve ekonomisinde önemli bir yeri vardır ve bu yapıyı derinlemesine analiz etmek gerekir. Avrupa ya da Avrupa Birliği ifadesi ile tek başına bir ülkeyi değil; çok başlı bir siyasi yapıyı göz önünde tutmak gerekir. Aynı zamanda dünya siyasetinde yaşanmakta olan olaylara bakılacak olursa bu birliğin genel tutumunun ve üyelerinin yaklaşımlarını etkileyen tarihsel geçmişi bilmek yerinde olacaktır.
Avrupa Birliği fikri ilk olarak –her ne kadar günümüzdeki anlamı ile olmasa da- Fransız lider Napoleon Bonapart’ın siyasi eylemleri neticesinde ortaya çıktı. Napoleon, İngilizleri yalnız bırakabilmek ve Avrupa'daki etkilerini en aza indirmek için bir birlik kurmaya çalıştı. Ancak bu birlik milletlerin kendi iradelerinden çok Fransız ordularının gölgesi altında ilerledi. Çok geçmeden 18 Haziran 1815’te Napoleon’un İngiliz ve Prusya ordularına yenilmesi ile de hem birlik, hayali hem de Napoleon’un siyasi kariyeri bitti.
Napoleon Bonapart’ın bu girişiminden sonra birlik düşüncesi İngiliz-Fransız rekabetinin gölgesinde kaldı. Ancak yine de uluslararası ilişkilerde Avrupa devletlerinin kendi aralarında bir uyumu ve siyasi ilişkiler ağı mevcuttu. Osmanlı Devleti’nin de Avrupa ile siyasi ilişkileri bu dönemde kendini iyice göstermeye başladı. Rusya ile olan savaşlarındaki yenilgiler onu hiç de memnun olmamakla birlikte mecburen Avrupa’ya yaklaştırdı. Özellikle de 1791 Ziştovi ve 1792 Yaş Antlaşmaları ile biten savaşlar büyük bir felaketti. Bu felaketin yaralarını sarmak ve devleti toparlamak için III. Selim döneminde Nizam-ı Cedit adı altında Avrupa ile temaslar gelişti. III. Selim’in yenilikler silsilesi ve Avrupa ile ilişkileri geliştirme siyaseti II. Mahmud’la devam etti. Tabi tüm bu yakınlaşmalar gönüllü bir iradeden çok şartların getirdiği mecburi zorluklardan ortaya çıkıyordu. Avrupa ile en önemli ilişki ağı ise 1853-1856 Kırım Savaşı sonrasında oldu. Savaşı bitiren 1856 Paris Antlaşması’nda Osmanlı Devleti’ne Avrupa’da bir kapı aralandı. Bu antlaşmaya göre Osmanlı Devleti, Avrupa devletler topluluğunun bir üyesi olacak ve toprakları Avrupalı devletler tarafından güvenlik altına altında kabul edilecekti. Ancak antlaşma metninde nasıl yer alırsa alsın bu ifadelerin hiçbir zaman pratikte karşılığı olmadı. Çok geçmeden de Avrupa ile olan ilişkilerde güven duygusu yerini şüpheciliğe bıraktı.
Osmanlı Devleti’nin son savaşı olan I. Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri grubunda yer alan İngiltere-Fransa ve Rusya ile ilişkiler Türkiye’nin kuruluş yıllarında hem kendi politikaları hem de Osmanlı’dan hatıralarda kalan şüphecilikle gelgitli dönemler yaşadı. Ancak Türkiye’nin kısa sürede kendi ayakları üzerinde durması ve dünya devletleri arasında kendini sağlam bir şekilde kabul ettirmesi sonucunda Avrupa ile olan ilişkiler de normal bir zemine oturmaya başladı. Fakat çok geçmeden Almanya ve İtalya’nın politikaları ile Avrupa’da savaş rüzgârları esti. 1 Eylül 1939’da Almanya’nın Polonya’ya saldırmasıyla tarihin gördüğü en acı savaşın fitili ateşlenmiş oldu. 1945’e kadar devam eden savaş sonucunda 50 ila 70 milyon arasında insan hayatını kaybetti. Bu savaş aynı zamanda Nükleer Silahların da ilk ve tek kullanıldığı savaş oldu. Savaşı Almanya ve müttefikleri açık bir şekilde kaybetmişlerdi. Ancak insanlık da tarihindeki en büyük acılarından birini yaşadı.
II. Dünya Savaşı’nın ardından Amerika ve Rusya gibi süper güçler ortaya çıktı. Uluslararası Barışı korumak için Birleşmiş Milletler gibi kuruluşlar kuruldu. Bu felaket aynı zamanda Avrupa’da bir birlik oluşturma duygusunu da tekrar ortaya çıkardı. İlk olarak Fransız Dışişleri Bakanı Robert Schuman Avrupa’da kalıcı bir barış oluşturmak için 9 Mayıs 1950’de Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu’nu kurmayı önerdi ve birlik 1951’de kuruldu. Ardından Roma Antlaşması ile 1957’de Avrupa Ekonomik Topluluğu ortaya çıktı. Birliğin başarısı 1973’te İngiltere, Danimarka ve İrlanda’nın da birliğe üye olmasını sağladı ve ilk genişleme dalgası bu şekilde başladı. Genişleme dalgası Yunanistan, İspanya ve Portekiz ile devam etti. 2013 yılına gelindiğinde ise birlik 28 üye sayısına ulaştı.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri ise 31 Temmuz 1959’da Avrupa Ekonomik Topluluğu’na yaptığı başvuru ile başladı. Başvurunun kabul edilmesi sonrasında 12 Eylül 1963’te Ankara Antlaşması imzalandı. 1983’ten sonra ilişkilerde bir ivme oldu ve 14 Nisan 1987’de Türkiye resmen tam üyelik başvurusunda bulundu. Avrupa ise bu adıma ancak 1 Ocak 1999’da Gümrük Birliği ile karşılık verdi. 2004 ve 2005 yıllarında müzakerelerin başlaması kararı alındı. Ancak tam üyeliğin ne zaman sonuçlanacağı konusu netleştirilemedi. İlk olarak Türkiye, 2013’e kadar gerekli şartları yerine getireceğini dile getirse de halen daha net bir tarih ortaya çıkmış değildir.
Genel itibariyle bakılırsa Türkiye-Avrupa ilişkilerinde genel bir güvensizlik söz konusudur. Bu güvensizlik tarihten kaynaklandığı kadar ileriye dönük şüphecilikle de pekişmektedir. Avrupa açısından Türkiye önemli bir ülkedir ancak bu önem, birliğe dâhil edilme söz konusu olduğunda son derece muğlak bir anlam kazanmaktadır. Hele son zamanlarda Avrupa’nın kendi sorunları ve uluslararası ilişkilerin seyri ilişkilerdeki kırılganlıkları arttırmaktadır.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.