Son zamanlarda birçok uluslararası ve bölgesel gelişmede en fazla yer alan ve tavrı tüm dünya tarafından dikkatle takip edilen ülkelerin başında Rusya geliyor. Rusya hemen hemen her meselede doğrudan ya da dolaylı dikkat edilmesi gereken devletlerden biri, özellikle de yakın coğrafyamızda. Gerçi Rusya’nın bu pozisyonu geçmişe bakıldığında çok da yadırganamaz. I. Petro ile birlikte küresel bir güç olmaya başlayan Rusya, Avrupa devletleri ve Osmanlı Devleti ile sık sık karşı karşıya kaldı. Geleneksel Rus hedefleri Rusya’nın bir dünya gücü olmasını ve bunun için sıcak denizlere çıkılmasını esas alırdı. Bu doğrultuda Rusya Baltık, Karadeniz ve Hazar Denizi’ne çıkmak için siyasi ve askeri hazırlıklara girişmişti. İlk olarak Baltık Denizi’ne çıkmayı, 1721’de Niştat Antlaşması’yla İsveç’i yenerek başardı. Karadeniz’de de ilk olarak Azek Kalesi’ni almayı başardı. Ancak 1711 Prut Antlaşması ile Osmanlı Devleti’ne iade etmek zorunda kaldı. Karadeniz’e kalıcı olarak yerleşmeyi ise 1774 Küçük Kaynarca ve 1783’te Kırım’ın işgal edilmesi ile ulaştı. Hazar Denizi’ne çıkması ise Gülistan (1813) ve Türkmençay (1828) Antlaşmaları ile oldu. Böylece Rusya birçok bölgede etkin politikalar uygulama fırsatını elde etti. Elde ettiği güç zaman zaman uluslararası dengeleri bozdu ve günümüzde de diplomatik alanda kendini gösteren Batı ile sürtüşmelerine yol açtı. Ancak tarihi süreç içinde Batı’nın ince ve hassas politikalarına engel teşkil ettiğinde Kırım Savaşı (1853-1856) gibi savaşlarla karşı karşıya kaldı ve Batılı devletlerin nüfuz alanlarından zorla uzaklaştırıldı. 1877-1878 (93 Harbi) Osmanlı-Rus Savaşı yüzyıl biterken gücünü tüm dünyaya gösterme fırsatı oldu. Ortaya çıkan Rus gücü sadece İngiltere’nin aşabileceği bir seviyenin çok üstüne çıkınca Batılı devletler kavga yerine uyuşmayı tercih ettiler. Ancak Almanya yanı başında yükselen bu güçten rahatsız oldu ve gerek 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra ve gerek I. Dünya Savaşı’nda Rusya’nın karşısında durdu.
I. Dünya Savaşı Rusya açısından önemli bir fırsattı. Ancak savaştan vakitsiz çekilmek zorunda kalınca, bu fırsat II. Dünya Savaşı’ndan sonra değerlendirildi. Böylece I. Petro zamanındaki hedeflere en çok II. Dünya Savaşı’ndan sonra yaklaşılmış oldu. Ancak 19. yüzyılda İngiltere bu güce karşı durmaya çalışırken bu defa Amerika Birleşik Devletleri bu misyonu üslendi ve hepimizin aşina olduğu Soğuk Savaş (1947-1991) süreci yaşandı. Soğuk Savaş sonrası ise Rusya bu rekabetten yıpranarak çıktı. 90’lı yıllarda birçok kimse Rusya’nın dağılmasını beklerken Rusya Vladimir Putin ve doğalgaz gibi enerji sektöründeki imkânları ile tekrar bir yükseliş yakaladı.
Rusya, Putin ile tekrar canlanıp hem 19. yüzyılda hem de Soğuk Savaş sürecinde olduğu gibi Batılı devletlerin nüfuz alanlarında etkin olmaya başlayınca kendisine tereddütle yaklaşılan bir ülke olmaya başlandı. Özellikle son zamanlarda Ortadoğu’daki gelişmelerde kendi politikalarını dikte ettirici ve geri adım atmaya yanaşmayan tavrı sıklıkla eleştirildi. Rusya açısından meseleye bakılacak olursa Rusya kendisine karşı Batı’nın her yolu deneyerek yıpratmak niyetinde olduğunu düşünüyor. Bunun en önemli göstergesi ülkede çıkan gösterilerin çeşitli yollarla Batılı ülkeler tarafından desteklendiğini düşünmesi. Üstelik Ortadoğu’nun Libya gibi bazı ülkelerindeki avantajlarının Batılı ülkeler tarafından baltalandığını düşünmesi de bu durumu daha da pekiştiriyor. Bu yüzden aynı duruma Suriye’de düşmemek için politikalarında çok küçük nüans farkları dışında bir sapma göstermedi ve göstermeye yanaşmıyor. Üstelik Batılı ülkelere karşı olan güveni Gürcistan ile yaşadığı 2008 tarihli Güney Osetya ve Abazya Savaşı’nda zaten fazlasıyla yıpranmıştı. Rusya bu savaşta Gürcistan’ın arkasında Batılı ülkelerin olduğunu ve bu meselenin onların Gürcistan’ı şımartması yüzünden çıktığı düşüncesine sahipti. Şimdi de halk kitlelerini sokaklara çıkararak Rusya’daki muhalefetle Rusya’nın gücünü kırmak niyetinde oldukları fikrine kapıldı. Hatta Batı’nın demokratik söylemler altında hem Kafkaslardan hem de Doğu Avrupa’dan her geçen gün Moskova’ya doğru ilerlemekte olduğunu düşünüyor. Bu yüzden daha önce Gürcistan’da olduğu gibi şimdi de Ukrayna’da gerekirse silah kullanmayı olası bir ihtimal olarak görüyor. Bu şekilde davranmasında ise Batılı devletlerin siyasi ve ekonomik meselelerine ve aynı zamanda toplu hareket edebilme kabiliyetlerinin zayıflığına güveniyor. Hakikaten de Batı’nın bu şekilde zaafları var ve bunlar Rusya için avantaj olarak kabul ediliyor. Önce silah sonra diplomasi taktiği birçok kere Rusya’yı kazançlı çıkartırken şimdi de Kırım üzerinde benzer bir durumla karşı karşıyayız. Gelişmeler ne şekilde yol alır kestirmek zor ama Rusya, Ukrayna ve Kırım üzerindeki nüfuzundan kolay kolay vazgeçmeyecek.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.