Suriye’de, Irak’ta, Mısır’da adı çok geçmese de bölünme tehlikesi ile karşı karşıya olan Libya’da, Yemen’de ve diğerlerinde her geçen gün çatışmalar olmakta ve bu çatışmalara tanık olmaktayız. Dünya siyasetinde güçlü liderlerin olmayışı, yerel uyanışlar, din ve etnik temele dayalı milliyetçilik, kabilecilik, menfaat teminleri, tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük, bölgesel çekişmeler, müdahaleler ya da siz neyle tarif ederseniz edin tüm bu gerekçelerle insanların insanlara ettiği zulüm kabul edilebilir değildir. Bu yazıda bir öngörüde bulunarak savaşın mı yoksa barışın menfaatimize uygun olduğu üzerine akıl yürütelim.
Savaş ve çatışmalar bölgemizde devam ettiği sürece insanlar birbirilerini öldürecekler ve kimi etnik kimi dini kimi de mezhepsel ya da bölgesel gruplar ön plana çıkacak ve üstünlük elde edeceklerdir. Bazen terör olaylarıyla insanları korkutacaklar bazen de alan hâkimiyeti kazanıp insanların ve devletlerin dikkatini çekeceklerdir. Ama tüm bunlar ancak birilerinin ölmesiyle hayata geçebilecektir. Her grubun amacı olabildiğince geniş bir alanda kendi doğruları üzerine bir dünya inşa etmektir. Kendisi dışındakini ya kendine benzetmek ya da benzemiyorsa ortadan kaldırmak üzerine inşa edilmiş bir öfkeyle bu ölümler her geçen gün artmaktadır. Yukarıda bahsettiğim gerekçelerle oluşan gruplar, kazanılabilecek en değerli yer altı ve yer üstü kaynaklarını elde ederek zenginleşmek ve ideolojilerinin olabildiğince yayılmasına zemin hazırlamak hedefindedirler. Ancak her ölüm adaletin doğru düzgün sağlanamadığı ve insanların vicdanlarını teskin etmediği durumlarda intikam hissi yaratır ve yeni ölümlere zemin hazırlar. Bugünün kaybedenleri yarının kazananları olmak için ve kaybedecek bir şeyleri olmadıklarını düşünerek acımasızca güç kazanmaya çalışırlar ve onlar da yeni ölümlere sebep olurlar. Sonuçta bugün de yarın da ölümle iç içe yaşamlar var olmaya devam eder. Peki, bunca ölüm karşılığında elde edilen kaynaklar eşit bir dağılıma tabi tutulacak mıdır? Hayır. Eşit olmasa da sıradan insanlar bu zenginlikten hak ettikleri kadarını alabilecekler midir? Hayır. Bu kadar çatışmadan sonra insanlara kendi özgür kimlikleri ile yaşam hakkı tanınacak mıdır? O da Hayır. Tüm sorulara niye hayır yanıtını veriyorum derseniz gözümüzün önündeki petrol gelirleri ve bunların dağılımını söylemem yeterli olacaktır sanırım. Sınır kavgaları ve değişiklikleri Avrupa’nın çoktandır bıraktığı heveslerdir. Ne var ki bölgemizde bu hevesler hala geçerlidir. Savaşlar bol bol kahraman üretir ama eski kahramanlar yeni gelen kahramanlar tarafından da unutturulmaya çalışılır. Onun için de ya insanları ya da kaynakları bitene kadar çatışmalar devam eder gider.
Barış kelimesi savaşların eksik olmadığı coğrafyamızda sıklıkla kullanılır. Ama hayata geçmediğini pekâlâ herkes görüyor. Peki, insanlar savaş yerine barış için uğraşsalar nasıl olur? Yüzlerce yıldır husumetlerin olduğu bir bölgede barışı birden temin etmek zordur. Ama hiçbir şey yapmadan oturduğunuz yerde oturmaya devam ettiğiniz sürece barışı kimse size getirip önünüze koymaz. Onun için uğraşmak gerekir. Avrupa’nın bugünkü barış ortamının temeline bakıldığında bir sürü savaş ve çatışmanın yattığı görülür. Bu savaş ve çatışmalar bir zaman sonra anlamsızlaşmış ve zor da olsa bugünün Avrupası inşa edilmiştir. Aynı süreç yaşadığımız bölge için de geçerli olabilir. Barış olursa herkes kazanır. Güven ve asayişin olduğu yerde hem fikirler hem de hoşgörü kendine yer bulur.
Barıştan yana olmak gayet basit ve anlaşılır bir durumdur. Bunu çatışan coğrafyamızın hem çatışan hem de dışarıdan dâhil olan bütün aktörleri de ister. Açıkçası herkes barışı ister. Ama esas olan ne şekilde hayata geçirileceğidir. Barıştan kasıt karşıdakini kendine benzetmekse bu barış değildir. Karşıdakini ortadan kaldırmaksa hiç değildir. Kendin, grubun ve topluluğun için istediklerini karşındaki için de isteyebiliyorsan, ona tahammül edebiliyorsan, öfkeyle ya da küçük menfaatlerle onu karalamıyorsan o zaman barıştan yanasındır ve hiçbir şey yapmasan bile duruşunla bir anlam ifade ediyorsundur. Barışla ilgili bir yazı yazmak bugünlerde hiç de rağbet görecek bir yazı değildir. Belki okurken de sıkılacaksınız ya da yarısında bırakıp başka bir işle meşgul olacaksınız. Herkes merakla etrafındaki çatışmaları ve savaşları izlerken, herkes savaştan bahsederken ve savaşan gruplarla ilgili yazılar yazarken asıl böyle bir zamanda inadına barıştan bahsetmek gerekir.
Sürekli Ortadoğu ya da benim kullanmayı tercih ettiğim ifade ile Sıcak Topraklar’la neden bu kadar ilgilendiğimi de merak edebilirsiniz. Ben barışın, refahın, mutluluğun geniş bir coğrafyada dar bir adacık gibi yaşayacağını düşünmüyorum. Hele ki tarihle ilgilenen biri olarak geçmişte bu coğrafyanın ya topyekûn şahlandığını ya da topyekûn çöktüğünü görünce aynı gerçekliğin günümüz için de geçerli olduğu kanaatindeyim. Etrafından azade, tek başına ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın bir mutluluk adacığı inşa etmenin zor olduğunu düşünüyorum. Güç de olsa belki bu adacık inşa edilebilir ama devamlılığını sağlamanın ise imkânsız olduğu noktasındayım. O yüzden de çevremizde olan biten hadiseleri elimden geldiğince görebildiklerim üzerinden sizlerle paylaşıyorum.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.