Vakt-i zamanında, Aydınspor 1923'te, hasbelkader yönetici olarak bulunmuşluğumuz vardır efendim.Ve bu dönemde Andorra Prensliği ile oynanan milli müsabakada ilimizi temsil etmişliğimiz de vardır. Bu imkanı bana sunan, dönemin değerli başkanı İlhan Gönendi beyefendiye, en derin şükran duygularımı sunarken, zat-ı alilerinin, bir süredir marinalarda dolanan, motorlu bebeğinde ağırlanmak konusundaki hassasiyetimi de belirtmeden geçemeyeceğim.
Ha ne diyordum, bindik bir uçağa İspanya'ya doğru yola çıktık.Uçak başta sayın federasyon yönetimimiz olmak üzere Türk futboluna hizmet eden güzide kulüplerden, genellikle başkan, başkan yardımcısı ya da yönetici düzeyinde dostlarla dolu. Benim şansıma da dönemin en esprili başkanlarından ,Urfa Belediyesporumuzun şu an ismini hatırlamakta güçlük çektiğim değerli başkanı düştü. Başkan önce ceketini çıkartıp çıkış kapısının önüne serdi. Sonra ceketin üzerine Ömer Seyfettin'in 'Pembe incili kaftan öyküsünün kahramanı edası ile oturdu ve tarihe geçecek şu cümleyi kurdu.'La doktor olum, ha bu uçak düşe vallah billah Türk Futbolu kurtula.'' Dedim, ''Baba ; ömrü hayatımda bir kez uçak görmüşem,onu da sen düşürüsen.Bu bana hak mıdır.''
Önce İspanya, ardından ver elini Andorra. Nüfus 85.000. Dağların arasında, bizim Ödemiş Bozdağ'dan büyük, Uludağ'dan küçük şirin bir kayak merkezi. Otele yerleştik,lobiye indik. Aaaa lobide bildiğin Amigo Birol. ''Lan olum sen buraya nasıl geldin'' demeye kalmadı, Birol 'Türkiye,Türkiye ' tezahüratını patlattı. Lobi inliyor, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden kayak yapmak için gelmiş turistler de ne olduğunu anlamaya çalışıyorlar. Uzatmayalım, ekipteki karakterli başkanlardan biri Birol abimize yakışıklı bir takdimde bulununca biz de rahat bir nefes aldık.
İlk akşam tanışma muhabbetiyle geçti.Tüm değerli başkanlar bir yana, bende iz bırakan iki kişi oldu. Birisi İstanbulspor'un artık aramızda olmayan değerli başkanı Ömer Baba, diğeri Çanakkale Dardanelspor adına katılan Osman Bey. Bu iki beyefendi de ağır başlılıkları, bulundukları ortamda onlara gösterilen hürmetle beni çok etkilediler. İstanbul'da hatırı sayılır servetini futbol takımına yatırmış Ömer Baba rivayete göre ,cebindeki 100 doları harcamadan ve üzerindeki takım elbiseyi bile değiştirmeye gerek duymadan geziyi tamamlarken çok sonraları, Denizlerin ve Mahirlerin yoldaşı olduğunu öğrendiğim Osman Bey de benzer biçimde aynı kıyafetlerle, koltuğunun altından hiç eksik etmediği çantası ve elinden düşürmediği kitaplarıyla tamamladı geziyi. AVM AVM dolaşanlar ne der bilmem ama ben o gezide bu yüreği kocaman iki kibar insandan unutulmaz bir hayat dersi aldım.Ömer Baba bir süre önce aramızdan ayrıldı. Osman Bey'den de haber alamıyorum, umarım sıhhat ve afiyettedir.
Gelelim gezinin matrak taraflarına. Andorra Prensliği, milli maçlarını bizim Aydın Adnan Menderes Stadı'nın yan sahalarına benzer bir sahada oynuyor. Tribün tek tarafta, karşı tarafta ise bizim sevgili Tibet'in Jade Bar'ındaki konserleri tepeden izleyenler gibi yan yana dizilmiş karavanlar vardı. Maçı yanlış hatırlamıyorsam 0-2 kazandık. Ama onca yolu tepip gelen Ankaragücü taraftarlarının maç sonu tezahüratları ve kendilerine 'Ankaragücü kaçıncı ligde' diye sorup güya espri yaptığını sanan bir ablaya verdikleri, ' Sen kaç istiyorsan orada olur yavrum' cevapları unutulmazdı.
Ha bi de unutmadan sabah bize otelde su servisi yapan garson çocuk da yanılmıyorsam ilk 18'e girmişti. Hani bildiğin suyu biraz daha hızlı taşısa ilk onbirde yeri hazır. Bir iki oyuncuyu gözüme kestirmedim değil ama o zamanlar takımda çömezdik ve sözümüz pek geçmiyordu neylersin.
Başka bir anıda buluşmak dileğiyle!
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.