Bu yıl Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezuniyetimizin 25'inci, Bornova Anadolu Lisesi'nden mezuniyetimizin ise tamı tamına 33. yılı. Devletlerin resmi arşivlerini 25 yıldan sonra tarihçilerin araştırmalarına açtığını bilerek birazcık okul anılarımdan söz etmeye karar verdim. Ancak insan beyninin yapısı gereği, bu anıları birebir net hatırlamam mümkün olmayabilir. Amacım da zaten detaylar değil, ana hatları yazmak. Bazılarında takdir edersiniz ki isimleri birebir kullanmayacağım, çünkü övünmek gibi olmasın, EGE TIP '91 mezunlarının pek çoğu artık çalıştıkları fakülte ya da birimlerin başına geldiler ve hepsi benim çok kıymetli dostlarım. BAL'daşlarım ise ya çok önemli şirketlerin üst yönetimlerindeler ya kendi işlerini kurdular ya da hayallerinin peşinden giderek artık tekne keyfi, balık turları, fotoğraf eğitmenliği, tiyatro sanatçılığı hatta ev hanımlığı gibi keyif aldıkları işlerle meşguller. Dolayısıyla anılar; bu birbirinden değerli dostlarımla bunca yıl oluşturduğumuz güven ortamına saygı ile yazılacak.
Ancak bu 25 yıldan geriye kalan hatıralarımın unutulmasına da gönlüm el vermiyor hatta bakarsınız bir
gün tüm bu yazacaklarımı bir kitapta toplamak bile nasip olabilir. Bugün önce tıp fakültesine hazırlık dönemiyle başlayalım isterseniz.
OKULA VE ARKADAŞLARA VEDA
1983 yazının sonunda, yaklaşık bir yıldır lise öğrenimi için bulunduğum Pittsburgh'tan dönmüştüm ve önümde beni bekleyen zorlu bir sınav vardı. Üniversite sınavları iki aşamalı yapılıyordu. Dersaneler Aydın, İzmir gibi il merkezlerinde tek tük açılmaya başlamıştı. Bornova Anadolu Lisesi'ne gidip kaydoldum ve bir süre yatılı öğrenci olarak devam ettim. Bir sabah beden eğitimi öğretmeni ve müdür yardımcımız Suat hoca, beni odasına çağırdı ve 'Oğlum sen Amerika'da okuduğun okuldan lise mezuniyet diplomanı almışsın, burada lise son sınıfı tekrar okuyamazsın ki' dedi. Oysa tam da o dönemde, babam Çine Lisesi'nde öğretmen olan arkadaşları ile görüşmüş ve benim misafir öğrenci olarak derslere girebileceğim formülü önerilmişti.
İçim buruk bir şekilde okula ve arkadaşlarıma veda ettim. Hayatımın böyle kritik dönemlerinde her zaman imdadıma yetişen teyzem ve eniştem yine devredeydi. Hafta içinde önce bir süre teyzemlere konuk olduktan sonra yine teyzemin arkadaşının annesi olan, yaşlı, kimya mühendisi bir hanımın evinde, küçük bir odada kalmaya başlamıştım.
OKULDAN SONRA TATLICI DÜKKANI
Sabahtan öğlene kadar dersaneye gidiyor, öğleden sonra eniştemin Alsancak'ta ekmek kadayıfı sattığı dükkana gidip ona yardım ediyordum. Eski bir gazeteci olan eniştem, ben gelir gelmez dükkanı bana ve göçmen tatlı ustası Raşit'e emanet edip çıkıyor, Kemeraltı taraflarında ekmek ve kaymak aldığımız toptancılara günlük ödemelerini yaptıktan sonra, gazeteciler lokalinde eski dostlarıyla hasret gideriyordu. Raşit, pek para hesabı olmayan bir adamcağızdı ve dolayısıyla o dükkanın arka tarafında tatlı imalatı yaparken ben de tezgahın arkasında satış yapıp para üstü vermekle meşguldum. Yaşça daha küçük olan kuzenlerim, okuldan çıkınca doğruca dükkana gelir, onlar gelince de ben ya bir köşede kitap karıştırır ya arkadaşlarımla top oynamaya ya da sinemaya tüyerdim.
Şimdi 9 Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde değerli bir profesör olan sevgili Serhat Erbayraktar ve Türk Amerikan İşadamları Federasyonu başkanı olan sevgili Tamer Bozoklar sık sık dükkana gelir ve lise arkadaşları olan bendenizi ziyaret ederdi. Dükkan o zamanlar trafiğe açık olan Kıbrıs Şehitleri caddesindeydi ve akşama doğru mahalle bir panayır yerine dönerdi. Sucukları adeta röntgen filmi inceliğinde kesebilen laz büfeciler, açık tezgahta kelle satan pala, oyuncakçı Hüseyin, köfteci Ramazan, İzmir Alsancak çarşısının birbirinden renkli simalarıydı ve ben henüz üniversite sınavlarına hazırlanan bir tıfıl, onların birbirinden eğlenceli hikayelerini dinlemeye bayılıyordum.
LEZZETLİ SOHBETLER PAYLAŞILIRDI
Havanın güzel olduğu günlerde dükkanın önüne sandalyeler çıkartılır ve şimdi çoğu göklerde olan eniştemin kadim dostları İsmail Sivri, Mazhar Zorlu, Haşmet amca, noter Tufan Bey, Dr.Sunay Bey ya da sevgili Emin Doğan birbirinden lezzetli sohbetleri paylaşırlardı.
İzmir Fuarı'nın nisbeten daha uzun süreyle açık olduğu dönem ise başlı başına bir maceraydı. Hem işler artar hem de İbrahim Tatlıses'ten, 80'li yıllarda Türk sinemasının vamp efsanesi Zerrin Egeliler'e kadar pek çok hayranı olduğumuz sanatçıya tatlı satardık.
Hafta sonları Çine'ye giderdim. Yine artık aramızda olmayan Yaşar hocamla kimya, Mehmet Sözen hocamla da matematik çalışırdık. Pazar günleri ise Madranspor günüydü. 12 Eylül dönemi sonrası, siyasi çekişmeler yerini Çine Madranspor etrafında kurulan bir dostluk ve dayanışma çemberine bırakmış ve Aydın futbolunun efsanesi, bu birlikteliği, 5 yılda 4 şampiyonlukla taçlandırmıştı.
Bugün 50'li yaşlarımın saç kırlarında o günlerden pek çok tecrübe, pek çok anı gizli dostlarım ve ben bu anıları kişisel sansürümden geçirerek zaman zaman sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.
Keyifle okumanız dileğiyle.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.