İnsanoğlu el yapımı kutuların içinde yaşamak gibi devrimci bir karar aldığında binlerce yıl sonrasını nasıl hayal ediyordu acaba? Bugün bir insanın günlük yaşamının %90’ını kutular içinde geçirmesine neden olduklarını tahmin edebilirler miydi? Hepimiz yan yana, üst üste, dip dipe yerleştirilmiş delikli kutular içinde bir hayat sürdürmeye çalışıyoruz ve bunu da o kadar normalsedik ki sorgulamıyoruz bile. Çünkü hayatın akışı gereği, içine doğduğumuz şartları benimseyerek ve üzerine koyarak ilerliyoruz. O yüzden düşünmeden edemiyorum; yaklaşık 10.000 yıl önce yerleşik hayata geçen atalarımız ilk olarak kerpiç kadar statik ve inorganik bir malzeme yerine, esnek ve organik bir malzeme keşfi ile ilk ‘ev’leri üretmiş olsalardı bugün nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk? Bu sorunun cevabını geniş ölçekli ütopya tartışmalarının masasına ve hayal güçlerinize bırakıp, kıyısından geçerek biraz daha özele ineceğim.
**
İçinde bulunduğumuz mekânların, sosyal gelişimimize ve ruhsal, zihinsel, fiziksel sağlığımıza büyük etkileri olduğunu hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla şunu söyleyebilirim, ‘çok daha farklı barınma alışkanlıkları geliştirmiş olsaydık, çok daha farklı/az/çok sosyal sorunlar ve sağlık sorunları ile karşılaştığımız bir yüzyılı yaşıyor olacaktık.’ Örneğin ‘ev’ dendiğinde gözümüzün önüne gelen, koridor ve kapı-kapı birbirinden ayrılmış odalardan oluşan bir düzendir. Peki bu düzen gerçekten insan doğasına en uygun olan yaşam alanını mı sunuyor? Değişen mekânsal ihtiyaçlar doğrultusunda ‘daha küçük bir ev’e ihtiyaç duyulduğunda, oda eksiltmek dışında farklı bir yöntem akla gelmiyor. Bin yıllar öncesinin dünya görüşü, tekniği ve araçları ile oluşturulmuş bu model, değişime karşı şaşırtıcı biçimde direniyor. Peki bundan sonra barınma kültürü olumlu yönde dönüşebilir mi? Bu çerçevede mimarlık dünyasında parametrik tasarım ve biyometrik tasarım gibi içinde gerçek dönüşümler barındıran gelişmeler var. Bu gelişmelerin dünyanın yapılı çevresini tamamen dönüştürmesi, paralelinde sosyal, kültürel, toplumsal gelişmelere de bağlı olduğu için uzun zaman alacak pek tabi, o yüzden bugün yapabileceklerimize odaklanmak için bireysel dünyamıza inerek biraz daha özelleşeyim.
**
Zaten bu aralar sürekli evdeyiz, evinizi düşüne düşüne adımlayın ve kendinize sorun: “İçinde yaşadığım ev, ruhsal, zihinsel ve fiziksel anlamda beni destekliyor mu?” Bunu anlayabilmek için şu değerlendirme ile hareket edebilirsiniz; sizden başka birileri de o evde benzer konforda yaşayabilecekse, o ev size özel değildir dolayısıyla psikolojik, sosyolojik ve fizyolojik altyapınız için en ideal şartları sunmuyordur. Bireyin sosyolojik ve psikolojik yapısı özneldir ve bu yapısı için özelleştirilmiş bir eve ihtiyacı vardır. Bu konu mimarınız tarafından dikkatle ele alınması gereken çok faktörlü kompleks bir çalışmayı gerektirir, ancak bu köşede fizyolojik yapınız üzerinden birlikte gerçekleştirebileceğimiz küçük bir test yapalım:
Örneğin uzun saatler mutfakta çalışan birisi için tezgah yüksekliği son derece önemlidir. Yapılan araştırmalarda sağlıklı bir çalışma için yıkama aşamasında kullanılacak bir mutfak tezgahı yüksekliğinin; ‘kullanıcın boyu(cm)/2 + 5 cm’ olmasının ideal olduğu belirtilmektedir. Bu durumda 160 cm boyunda biri için 85 cm yüksekliğinde; 180 cm boyunda biri için 95 cm yüksekliğinde bir mutfak tezgahı tasarlanması gerekir. Aksi durumda ciddi bel ve sırt rahatsızlıkları, eklem ve kas ağrıları ortaya çıkabilir. Ancak ‘standart’ mutfak tezgahı yüksekliği bulacaksınız evinizde. Çünkü yapılarımız, maksimum maddi kazanç için çoklu üretimi mümkün kılabilmek üzere ‘standart bir insan’ kabulü ile tasarlatılır. İmar yönetmelikleri, yapı malzemeleri ve teknikleri dahi bu standartlar üzerinden geliştirilerek, dayatılır. İşin tuhafı bu ‘standart olan’ın tarifi bile araştırmadan araştırmaya farklılaşır.
**
Ve tam da sorguladığım ve sorgulamanızı istediğim de bu: standarlaştırılma. Bu standartlaşmanın dayatılması karşısındaki çaresizliğimiz. Dahası kendi evini yaptıran birinin bile bu standartlaşmayı kırmayı aklına getirmeyecek kadar körleştirilmiş olması. Tüm bunlara sebep olan, standartlaşmanın yüceltildiği endüstri ve tüketim dünyası. Bu dünya insan ile duygusal ve varlıksal ilişkisi yok sayılarak içinde barındırdığı özden tamamen kopartılmış ‘ev’i, alınıp-satılan ticari bir meta haline getirdi. Sonucunda en başta da söylediğim gibi, hayatımızın %90’ını bu standart kutular ve standart içindekiler ile birlikte geçirdiğimiz standart altı bir yaşam sürmeye zorlanıyoruz. (CEMRE ŞAHİN KAZICI)
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.