Hepimiz daha güzel günlerin geleceği umuduyla yorulmaya/emek harcamaya motive oluyoruz. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte her şeyi görünür kılan medya ve sosyal medya, bu ülkede kimse için güzel günlerin gelmediği gerçeğini aydınlattıkça motivasyonumuzu kaybediyoruz; emek harcamaya, ve yaşamaya...
*
Biz 90'lar ve öncesi nesil, harcadığımız an kıyıya ulaşacağımızı sandığımız son nefesin gücüyle çırpındık denizde bir şekilde. Karanlıkta göremediklerimizle, -bu son basamak ha gayret- diyerek onlarca basamakta kan döktük belki de.
Ama 2000'ler, görüyor. Medyanın/sosyal medyanın ışıklarıyla; merdivenin en alt sahanlığından yukarı baktıklarında, hepimizi görüyorlar. Senin ikinci basamakta bıraktığın kolunu, onun dördüncü basamakta öldürdüğü sevdiğini, ötekinin onuncu basamakta darmadağın olan beynini. Sahne, tamamen bir katliam. Bu sahnede bir rol almayı istemeleri pek tabii mümkün olmayabiliyor. -Bu ülkenin acil yeni senaryolara ihtiyacı var.-
*
Enes Kara gibi tıp okumuş eşimden örnek vereceğim.
*
Daha 10'lu yaşlarında iyi bir lise kazanarak güzel bir hayatı garanti edeceğini düşünmüş. Türkiye'nin en iyi liselerinden biri olan Aydın Fen Lisesi'ni kazandığında, 'çok yorulmaklar bitti, güzel günler geldi' sanmış, 14 yaşında. Sonra asıl üniversite sınavında iyi bir başarı elde ederse güzel günlerin geleceğini fark edip daha çok yorulmuş ve yine ülkenin en iyi tıp fakültelerinden biri olan Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazanınca, "heh şimdi güzel günler geldi" demiş. Ama tabi bu şartlarda öğrenci olmanın kendisi dahi zor, bir de zorlu eğitim... Güzel günleri hala mümkün kılmıyor.
*
20'li yaşlarına artık ben de şahidim. Aslında güzel günlerin son bir kez daha yorulup Tıpta Uzmanlık Sınavını (TUS) kazanırsa geleceği inancıyla motive oldu çalışmaya ve yaşamaya. Genç yaşlarından çalıp asistanlık dönemine eklemek için her gün çalıştı. Hatırlıyorum, sabah 8de uyanır, üniversite kütüphanesine gider, gece 11de geri döner hemen uyurdu. Öğle arasında yemek için dışarıda zaman kaybetmemek adına, haşlanmış yumurta alırdı yanına. Kütüphanede kitabının başında ağzına atar, kronometresiyle çalışmaya devam ederdi. İlk sınavında güzel bir dereceyle Üroloji Anabilim Dalını kazandı. Arada da TUS açıklanana kadar pratisyen olarak zorunlu görevi için Rize'ye gönderildi, 4-5 ayda, bir kaç hayati tehditten kendini kurtararak Aydın'a döndü ve asistanlık yaşamına başladı.
*
‘Rahatladım galiba şimdi’ derken bir baktı ki güzel günler hala gelmemiş... İnanır mısınız ayda 15 gün nöbetle başladı asistanlığa. Pazartesi sabah 7'de evden çıkıyor, salı akşam 7'de eve geliyor, çarşamba sabah 7'de evden çıkıyor, perşembe akşam 7'de eve geliyor, cuma sabah 7'de çıkıyor... Bu döngü böyle gidiyor.. Ben böyle -yaşamak- görmedim. Diğer branşlara görece nöbetleri daha rahat geçmesine karşın, ruh gibiydi. Bu sadece doktorun hayatı için değil, ameliyat ettiği kişinin hayatı için de son derece tehlikeli; refleksini dahi kaybediyordu. Branşını, hocalarını ve diğer asistan arkadaşlarını sevmese katlanabileceği bir durum değil, hiçbir insanın. Ki hatırlarsınız, asistan doktor Mustafa Yalçın'ın asistanlık hayatındaki zorluk ve çalışma yerindeki insan ilişkileri nedeniyle intiharını. Ya da durun bir de onu hatırlamayalım şimdi.
*
30 yaşına geldiğinde “Bu kadar yol gittik artık bu kesin son, bundan sonra gelecek güzel günler” diyerek asistanlıktaki zorlukları atlatmıştı. Şuan uzman/operatör doktor olarak doğuda bir ilçe devlet hastanesinin ısıtma sistemi bozuk karanlık bir odasında... -Alt bezi raporu götürürlerse kendilerine medikal firmalar tarafından komisyon verileceği için- alt bezi raporu talep eden hastalarına, tıbben ihtiyaç olmadığından alt bezi raporu yazmadığı için sözlü şiddete maruz kalıyor; her gün. Ve daha kötüsünden korkuyoruz, çünkü medya artık bize de ışık tutuyor ve merdivenin kanlı basamaklarından sonra parlak bir zirve olmadığını görüyoruz... Yine de son nefesimizin gücünü yeni senaryoların yazılacağına ya da yeni senaryoları yazabileceğimize inancımızla diri tutuyoruz/tutmaya çalışıyoruz.
*
Enes Kara, biz seni çok, çok, çok iyi anlıyoruz. Biliyoruz ki yeni senaryoyu senin gibi güzel gençler yazabilir ancak. Senin vazgeçişinin, başka zihinlerde büyük mücadeleleri tetiklemesi ümidiyle, içinde bulunduğun zorluklardan sadece birini kaleme aldığım bu yazımı sana ithaf ediyorum.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.