Doğup büyüdüğüm evimizin kapısı ahşaptı ve de iki kanatlı idi ama yüksek değildi. Ne kadar mı yüksek değildi? Devenin gireceği kadar yüksek değildi. Üstelik deve damımız da yoktu. Bırakın deve bağlanacak damı kapı altında deve bağlanacak bir yerimiz bile yoktu. Üstüne üstlük Deve güreş sahasında eşimizle dostumuzla deve güreşini, zabıtaların kolluk kuvvetlerinin çocuk halimize bakmadan her seferinde sahanın etrafına bir gün önceden kireçle çizilmiş alanın dışına göndermek için sopalarını gösterişlerine tabi olmayacağımız,zabıtanın düdüklü ikazlarına maruz kalmayacağımız tahta masa ve sandalyelerimizi atıp sağa sola caka satacağımız bir traktör römorkumuz da yoktu. Bir çocuk için bunlardan daha büyük travma olabilir mi? Ne travma ama… Çocukluğumda belki de en çok üzüldüğüm, iç çektiğim, hayalini kurduğum konulardı bunlar. Devemiz var mıydı? O zaten yoktu. Ama her deve güreşi sezonunda resim derslerinde resimlerini yapmaya çalıştığımız, şahsen benim çok güzel yapamadığım, biten resmin en son hali olarak en son şekliyle o resmin en görünür yerine ‘’Yenipazar’dan Büyük Yıldız’’ Deve sahibi Halil Amcamızdan, kimilerimizin ise ‘’Ağaların Büyük Felek’’ yazdığımız Mustafa Altınkaya’dan Nihat Altınkaya’dan bile daha fazla sahiplendiğimiz Develerimiz vardı bizim çocuk dünyalarımızda.
Evet Deve damımız yoktu ama bizim ellez gırımız zaten Deve yatağı idi. Neredeyse bizim mahallenin bütün develerinin bağlandığı, Şeyh Mehmet Dedemizin (Mehmet Ağırbaş),Abalının, Deveci Osman, Deveci Zeki Ağabeylerimizin develerinin bağlandığı bizim çift kale top oynama alanlarımızı, çelik çomak, yakan top oynama alanlarımızı işgal eden Develerin bağlandığı koca bir alan…En çok da top oynarken, toplarımızın bağlandığı yere kaçtığında topu kimlerin o develerin arasından alacağının maç başlamadan önce karara bağlandığı zamanlar…Şeyh Dedemiz neyse de eğer Abalının develerinin altına kaçarsa top yandık bittik kül olduk. O top gelmezdi her koşulda. O top bıçak darbelerine maruz kalırdı. Ağlamalarımız yalvarmalarımız fayda etmezdi. Dua ederdik Abalı Amcamızdan önce bir büyüğümüz gelsin de o topu develerin arasından alıversin diye. O toplar ki plastik ise o kadar önemli değil nasıl olsa aramızda para toplar yenisini alırız ama ya Aydından, Aydınspor’un maçları sırasında ya da antrenmanları sırasında Vedat Çiftçi’lerin fabrikasına kaçmış meşin toplardan ise ne yapacaktık. Ki o meşin toplar Yenipazar Gençlerbirliği takımının bile nadiren sahip olduğu ender toplardı.
Madem bu kadar anlattık o topların bize nasıl geldiğini de anlatayım. Şimdiki Aydın Adnan Menderes Stadının olduğu yerde büyük açık tribünlerin çapraz arkası Vedat Çiftçi’lerin Çırçır fabrikası idi. Fabrikanın Makine teknisyeni de bizim Amcamız. Herhâlde bundan sonrası anlaşılmıştır. Ha kaçan toplar dedim ise sayıları öyle onlarca değil. Genellikle okul tatil olduğu zamanlarda adeta karne hediyesi olarak bizim mahallenin çocuklarına küçük bir armağan…
Gelelim deve damımız olmayışı meselesine. O zamanlar güreşecek develer şimdilerde olduğu gibi Güreşe eş zamanlı olarak aynı gün içinde kamyonlarla gelmiyordu. En azından Cuma günü güreş yapılacak ilçede olunacak şekilde gelinirdi ve genellikle yaya olarak. Cumartesi günü develerin çarşıda sıraya girip tek sıra tur atma törenleri ve de Cumartesi günü Daylak Güreşi yapılacak olsa bile bu develerin de deve güreşi sahasına bağlanmak suretiyle adeta bir gövde gösterisi olurdu. Hangi deve gelmiş? Kimler kiminle güreşebilir? Filanca deve bu sene gelmeyecek mi acaba gibi tahminlerin bolca konuşulduğu gündü Cumartesi günleri. Güreş tertip heyeti tarafından hangi dama hangi devenin bağlanacağı belirlenirdi. Tabi bu belirlemede en büyük etki ya da söz hangi devenin hangisiyle güreşeceğine karar veren kişi olarak kapı komşumuz Rahmetli Cemal Ağırbaş ağabeyimizin olurdu. Peki bunun benim için önemi neydi? O güreşin en namlı devesi, en iddialı güreşini yapacak develerden birisi bize kapı komşusu olacaktır demektir. Bundan daha önemli ne olabilir. Ve işte. Sarayköyden Ali Şençiftçi’nin Şen Daylak. Annem Cemal Ağabeyimden rica etmiş çünkü ‘’Cemal Kardeşim Şen Daylağı senin damına bağlayalım ne olur. Ali Şençiftçi Ağabeyimiz ve oğulları, torunları da bizim evde misafir olacaklar’’ ‘’olur mu kardeşim’’ ‘’Tamam ablam senin misafirin bizim misafirimiz’’ . İş Çözüldü artık kendi deve damımız olmasa da olur. Bundan sonraki işimiz ise Hangi Devenin kimin Damına bağlandığı ya da Kimin damlarına hangi devenin bağlandığının merakı başlardı. Hangi mahalleden çan sesleri duyuluyor, kır kahvenin oralardan, aşağı kahvelerin oralardan, Tariş’in depolarından, kimlerin evinden çan sesi geliyor ve hatta Develerin o kendilerine has kokusu geliyor, deve köpükleri bizi hangi damlara götürüyor izini sürmek olurdu. Çocuk aklımızla Deve sahiplerinin nerede konaklayabilecekleri kısmı bizi hiç mi hiç ilgilendirmiyordu. Otel varmış yokmuş. Varsa yoksa develer.
Damına deve bağlanan kişiler o güne kadar hiç tanımasalar bile hem deve sahiplerini hem de Develerini misafir etmenin onurunu, gururunu yaşarlardı. Çalımını satarlardı. O deve o ailenin canı olurdu. Deve güreşi sahasına o deve sahipleriyle birlikte giderler adeta o deveyle birlikte yatarlar, birlikte kalkarlardı. Ve elbette Deve damı sahibi olmanın ya da kapılarından deve geçebilecek bir eve sahip olmanın paha biçilmez çalımını satarlar,fiyakasını atarlardı.
Bunca zamandır bu köşede hasbelkader kültürel içerikli yazı yazmaya çalışan ben şimdi bu hikâyeyi burada anlatarak ne kadar bir köşe yazısı niteliğinde bir yazı yazmış olabilirim ki…
Ben burada elbette deve güreşlerinin tarihsel geçmişinden günümüze kadar olan boyutlarını da yazmayı isterim. Nitekim yazacağım da. Ama hep diyoruz ya ‘’Deve güreşleri bizim kültürümüz’’ Evet o halde bu yaşanmışlıklar da bizim kültürümüzün bir parçası. Ha bu arada bu yaşanmışlıklarla ilgili olarak anlatacaklarım bu kadarla sınırlı değil. Affola…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.