Bir zamanlar telefon çaldığında heyecanlanırdık. Kim arıyor acaba? Bir dost, bir akraba, belki uzaktaki bir sevgili… Şimdi mi? Telefon çalınca bir anlık duraksıyoruz. "Kim rahatsız ediyor acaba?" diye düşünüyoruz. Çünkü iletişim artık aramalardan değil, mesaj bildirimlerinden ibaret. Sesimizi duymadan anlaşmaya, göz göze gelmeden hissetmeye çalışıyoruz.
Dijital çağ, insan ilişkilerini bambaşka bir noktaya taşıdı. Bir mesajla sevinebiliyoruz ama aynı mesajla hayal kırıklığına da uğrayabiliyoruz. Eskiden birine kırıldığımızda yüzüne söylemek zorundaydık. Şimdi mi? Görmezden gelmek, engellemek, sessizce uzaklaşmak çok kolay. Bir tıkla hayatımızdan çıkarabiliyoruz insanları. Ama gerçekten çıkıyorlar mı? Yoksa orada bir yerlerde, sessiz bir geçmiş olarak mı kalıyorlar?
Eskiden dostluklar bir masada çay eşliğinde kurulurdu. Şimdi gruplar kuruyoruz, emojilerle gülüyoruz, fotoğraflarla hayatımızı anlatıyoruz. Ama o fotoğrafların arkasında kaçımız gerçekten mutluyuz? Filtreler sadece yüzleri mi düzeltiyor, yoksa gerçekleri mi örtüyor?
Teknoloji sayesinde dünyanın öbür ucundaki biriyle anında konuşabiliyoruz, ama aynı evde oturduğumuz insanlarla konuşmak zor geliyor bazen. Ellerimizde telefonlar, gözlerimiz ekranlara hapsolmuş, yanımızdakini değil, uzaktakini görüyoruz. Bir sofraya oturuyoruz ama herkes farklı bir dünyada. Yan yana ama çok uzak.
Ama belki de suç teknolojide değil, onu nasıl kullandığımızda. Telefonlar, sosyal medya, internet… Bunlar birer araç. İnsanlıkla bağımızı koparan onlar değil, biziz. Çünkü hâlâ bir dostun sesini duymak iyi gelir. Hâlâ yüz yüze edilen bir sohbetin sıcaklığı vardır. Hâlâ birinin gözlerinin içine bakarak “Nasılsın?” demek, bir mesaj kutusuna yazmaktan çok daha anlamlıdır.
Bazen teknolojiye ara verip, insan olmayı hatırlamak lazım. Bir dostun kapısını çalmak, telefonu değil, yüzleri görmek lazım. Çünkü hiçbir bildirim, gerçek bir sarılmanın yerini tutamaz.
Sevdiklerimize sımsıkı sarılalım...
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.