Bugün mutfağa girmedim. Ocağın üstü bomboş, tencereler rafta bekliyor. Çay bile demlemedim. Ve düşündüm… Bunun bir mesele haline gelmemesi ne büyük şans.
Çünkü bazılarımız için bu, bir sorun bile değilken; bazı kadınlar için bir tehlikeye dönüşebiliyor. Bir eksiklik, bir ihmal gibi görülen şeyler, birilerinin öfkesiyle cezalandırılıyor. Sofraya konan tabak, temizlenen ev, ütülenen gömlek… Kadının asli görevi sayılan her şey, yapılmadığında bir bahaneye dönüşüyor.
Çünkü hâlâ bazıları için kadın, yalnızca bu görevleri yerine getirdiği sürece değerli. İyi bir eş olmalı, iyi bir anne olmalı, iyi bir ev hanımı olmalı. Ve tüm bunları sorgusuz sualsiz yapmalı. Yorulsa bile… Hasta olsa bile… Canı istemese bile…
Ama asıl soru şu: Bir kadın yemek yapmadığında, ortada gerçekten eksik olan ne? Bir öğün eksik olunca dünya mı duruyor? Çamaşır yıkanmadığında zaman mı donuyor? Hayır, asıl eksiklik, bir kadının kendi hayatı üzerinde söz sahibi olamaması. Asıl eksiklik, hâlâ birçok insanın, kadının varlığını sadece bu sorumluluklar üzerinden tanımlaması.
Ev işleri, yemek yapmak, temizlik… Bunlar bir cinsiyetin görevi değil, ortak yaşamın gereklilikleri. Bir evde yaşıyorsak, sorumluluk da paylaşılıyor demektir. Ama ne yazık ki birçok kadının hayatında bu denge hiç kurulmadı. Onlardan beklenen, yalnızca hizmet etmek. Ve bu hizmeti yerine getirmediklerinde karşılaştıkları şey çoğu zaman öfke, bazen hakaret, bazen şiddet… En yakın örnek; İncirliova’da sobayı yakmadığı için eşinden şiddet gören bir genç anne…
Ama mesele sadece yemek yapmakla, ev işlerini yetiştirmekle bitmiyor. Kadınlar sadece işleri eksik yaptığı için değil, sırf kendi varlıklarını sürdürmeye çalıştıkları için de hedef haline geliyorlar. Giydiği kıyafet, attığı bir adım, söylediği bir söz bile bazen şiddetin bahanesi olabiliyor. "Neden böyle giyindin?" diye başlayan sorgulamalar, bir süre sonra "Beni rezil ettin" öfkesiyle, ardından da tehdit ve şiddetle devam ediyor.
Kadınların ne giyeceğine, nasıl yürüyeceğine, nasıl konuşacağına bile başkaları karar vermek istiyor. Özgürlüğü elinden alınan, her hareketi sorgulanan, en doğal hakları bile tartışma konusu yapılan kadınlar… Bir gün bir kıyafetle, bir gün bir sözle, bir gün de bir tabak yemek yüzünden suçlanıyorlar. Ve sonra haber bültenlerinde, "Bir kadın daha öldürüldü" cümlesini okuyoruz.
Ben bunların hiçbirini yaşamadım. Çünkü ben eşimden saygı gören biriyim. Bir gün yemek yapmadığımda, bir gün farklı bir kıyafet giydiğimde, bir gün yalnız başıma dışarı çıktığımda bana hesap soran biri yok. Ne büyük şans… Oysa bu, şans olmamalıydı. Kadınların saygı görmesi bir lütuf değil, bir zorunluluk olmalıydı.
Bunu değiştirmek zorundayız. Kadınların varlığı, yalnızca yaptıkları işlerle ölçülemez. Onlar, birilerinin hizmetçisi ya da yükünü hafifletmek için yaratılmış varlıklar değil. Kadınlar da insan. Ve en temel hakları olan yaşam hakkı, bir tabak yemekle, bir kıyafetle, bir sözle sınanmamalı.
Şimdi soruyorum: Yemek yapmadığım, istediğim gibi giyindiğim, yalnız başıma yürüdüğüm için başıma ne gelecek? Cevap basit: Hiçbir şey. Çünkü böyle olması gerekiyor. Ve her kadın için böyle olmalı.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.