BİR BETİMLEME
Yazarken konu belirlemek bazen epey zorlaşıyor. Bazen de gördüğün küçücük bir ayrıntı sana bir dünya dolusu duyguyu hediye ediyor. Tam da konu bulma yoksunluğundayken fikir talep ettim bir edebi yürekten. “Kokuyu betimle” dedi bana. Düşününce şahane bir fikir olduğuna kanaat getirdim.
Koku, aşina olduğumuz bir duyu. Havada bulunan koku moleküllerinin çözünerek burundaki alıcılar tarafından beynin uyarılması neticesinde gerçekleşen bir duyu. Bilinen odur ki koku aynı zamanda unutulmayan bir duyu. Şüphesiz tüm duyuların merkezi beyin ve bazı insanlar kokuyu tat ya da görsel olarak algılayabiliyorlar. Bu duruma da sinestezi yani birleşik duyu deniyor. Bir de koku hafızası var. Daha evvel duyduğumuz bir kokuyla yeniden karşılaştığımızda o kokuyla ilk temasımızdaki ortamı, kişileri, duyguları hatırlıyoruz. Bu da bir beyin mucizesi.
Hemşirelik yaptığım yıllardan bana yadigar kalan, nerede karşılaşsam bana o yılları anımsatan koku ise; ter, ilaç ve ucuz limon kolonyası kokusunun bütünleşip duyabileceğiniz en can yakan, hüzünlü, ve çaresiz yoksulluğunun resmini oluşturması. Solgun yüzler, zayıf, bakımsız bedenler, yalnız, mahcup ruhlar, yoksulluk, çaresizlik ile mücadele eden, doğduğu topraklardan uzak özlem dolu gözler ve ölümün soğukluğu. Daha dün gibi belleğimde; okuduğum için gün aşırı gece nöbeti tutardım ve sabah henüz gün yeni ağarırken saat 06:00 tedavisi için hasta odalarına girdiğimde ruhumu, bedenimi esir alan, bedenimi bir mengeneye sıkıştırıp zorla dünyanın en acı sahnesini izlettiriyorlar hissini yaşatan ter, ilaç ve ucuz limon kolonyası korkularının beynime bir silah dayayışı. Bu yüzden ter kokusunu, ilaç kokusunu ve ucuz limon kolonyası kokusunu hiç sevmem. Safi acıdır bu kokuların bendeki hissi, ölü bir bedendir resmi, yürek yakan bir ağıttır sesi.
Kokular hep hüzünlendirmez, mutlu da kılar insanı. Bir bahar yağmuru sonrası toprağın ruhu canlandıran, hadi gel kucakla doğayı diyen davetkar kokusu... Haşlanmış mısırın kokusunun seni çocukluğunun yaramaz, heyecanlı anlarına götürüşüne ne demeli? Ah en sevdiğim turunç çiçeğinin o gençlik coşkusu, aynı zamanda taze bahar müjdesi, içimi ferahlatan, her bir hücremi büyülü şekilde gülümseten, beni umutla kucaklayan şiirsel kokusu. Bir de en meşhur koku; elbetteki ekmek kokusu. Ne şiirlere ne romanlara ne filmlere konu olmuştur değil mi? Bence insan özüne kodlanmış en kadim kokudur bu. Emektir bir adı, üretmektir diğer adı, doymaktır esas adı. O altın başaktan çıkan gizemli tanelerin öğütülerek una dönüşmesi ve sonra hayat kaynağı su ile buluşup yoğrularak hamur oluşu, nihayetinde ateşin harında pişerek mis kokulu ekmek oluşu. Mevlana’nın “hamdım, piştim, yandım” sözüne güzel bir örnek. Aynı zamanda bir dönüşüm mucizesi... Bir de ateşin yaktıklarının kokusu, yok oluşun mu yeniden doğuşun mu kokusu o da bir muamma. Her halükarda insanlığın en büyük buluşu, ısınmanın, korunmanın, aydınlanmanın enfes aile yemeklerinin oluşum sebebi.
En çok sevginin kokusunu almayı isterdim. Bence sevgi GÜL çiçeğinin özünde gizlenen bir hazine ve kokusu da GÜL kokusu. Bütün dinlerin kutsal çiçeği de GÜL değil mi?
O vakit GÜL kokulu bir deyişle bitireyim kokulu maceramı. Koku hafızanızın sizi hep gülümseten anılara seyahat ettirmesi dileğiyle.
Ben bugün pirime vardım
Pirin cemali güldür gül
Oturmuş tahtı mekana
Tahtı revanı güldür gül
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Gül alır gül satarlar
Çarşı pazarı güldür gül
KUL NESİMİ
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.