Yıldız Kenter'in TRT arşivde rastladığım konuşmasında, bir çocuğun komşuları ve tanıdıkları tarafından kendisine verilen ve daha evvel giyilmiş küçülmüş kıyafetler için,“Benim giyindiğim bütün elbiselerin içinde daha önce hep başkaları yaşadı.” ifadesi beni derinden etkiledi. İlk evvela, bir küçük yüreğin olayı yorumlayışı, manevi dünyasının, bilincinin bu denli gelişmiş ve berrak oluşuna hayret ettim ve sonrasında o ikinci el diye tabir ettiğimiz eşyalardaki yaşanmışlıklar ruhumda epey bir hüzün yarattı. Sana ulaşmadan evvel, başkalarının yaşadığı evler, başkalarına ait resimler, takılar, vazolar, kitaplar, saatler, kalemler vs. Bütün bunlarda hep başkaları yaşam kırıntısını bırakmıştır. Ben en çok kullanılmış, altı çizilmiş, üzerine not alınmış kitapları severim. Çünkü o kitaplarda, gerçekten yaşanmış bir hayatın izleri ve hisleri vardır. Yaşanmışlıklar barındıran böyle kitapları, önceki okuyucularını içselleştirerek okumaya başlarım. Belki de böyle bir kitabın içinde sevgiliden yadigar kurutulmuş bir kır çiçeğine rastlarım, bekli keyifle içilmiş kahveden geriye kalan bir damla kahve lekesine veya sigara kokan parmakların sayfalarda gezinirken bıraktığı efkara, rutubetli fakir bir gecekondunun yalnızlığına ve çaresizliğine, belki okuyucu benim gibi kitap okurken saçını karıştırmıştır ve birkaç kırlaşmış saç teli çıkar sayfalar arasında karşıma... Demem o ki çok şiirsel gelmiştir bana eski, okunmuş, yıpranmış ve sararmış kitaplar. Örneğin, Anıtkabir ’de bulunan ve sergilenen Atatürk’ün okuduğu kitaplar, çizilmiş her satırı, kenarına yazılmış her notuyla yaşanmışlığa en güzel örnek olur bence. Bu yaşanmışlık barındıran kitap sevgim İstanbul’da sahafları epeyce bir gezmeme sebebiyet vermiştir. Elime aldığım her kitap beni o büyülü dünyasına çeker, onlara dokununca onlarla yaşanan her hayatla hemhal olurum.
Aslında hep başkalarının yaşadığı sokaklarda geziyoruz, hep başkalarının soluduğu havayı soluyoruz. Toprak dediğin, bin yıllar boyunca ölen organizmaların oluşturduğu hayat kaynağı değil mi? Başkalarının yaşadığı ve öldüğü toprakta besinlerimiz can bulup bize can katmıyor mu? Bu döngünün içinde hepimiz birbirimiziz aslında. Bu manada “başka” diye bir kavram da hükmünü yitiriyor. Toprakta bulunan elemenler, mineraller bizim kanımızda da mevcut. Yıldız tozunda bulunan hidrojen insanı oluşturan atomların büyük bir kısmını meydana getiriyor dolayısıyla Carl Edward Sagan’ın "Hepimiz yıldız tozuyuz." Söylemi de bundan kaynaklanıyor.
Bütüne odaklanarak hayatı yorumlar isek beynin sinirsel enerji ağı gibi tüm canlıların aynı öze bağlı olduğunu anlayabiliriz. Böyle bakınca da mevcut siyasetin tiksindirici suretlerinin ne kadar bayağı ve zavallı bir anlayış güttüğünü görüp o kötücül söz ve düşüncelerin aslında tüm evreni zehirlediğine tanıklık ediyor insan.
Bir çocuğun bakışındaki ve anlayışındaki berrak ve perdesiz sezgiyle yaşamı yorumlayarak üzerimizdeki elbisede yaşayan her cana saygı ve sevgi besleyip var olmak dileğiyle....
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.