“Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler. Motorları maviliklere süreceğiz” dizeleriyle, geleceğine umutla bakan çocukların mavi bulutları kovaladığı ruhla selamlamak isterdim. Lakin bugün ne hava durumunun, ne de bu şehirde yaşayanların ruh halinin bu dilekler için çok elverişli olmadığı kanaatindeyim. Şartlar her ne olursa olsun, çok daha yeni karne sevinci yaşayan tüm çocuklarımızın gözlerinden öperim. Hepsini kocaman sevginizin sardığı kollarla bir kez de bu satırları yazan kardeşiniz için sarılırsanız, benim gibi bir garibi de mutlu etmiş olursunuz.
Dilek temenni faslını da geride bıraktığımıza göre, dönelim bu pembe tablodan sonra şehrimizin alacakaranlığına. Nasılsa, uzunca bir süredir bu kurtulamadık bu kör karanlıktan. Zaten kurtulmak da öyle pek mümkün gözükmüyor. Kendince memleketi kurtardığını sananlar, Cumhurbaşkanı ile bir fotoğraf karesini tüm siyasetini ve hizmet anlayışını sığdıranlar, Ankara’ya gidip gelince kendini vatan kurtaran Şaban zannedip makbul işler yapmış gibi gördüğümüz müddetçe, bu şehirde uzun bir süre daha umutların yeşermesi mümkün gözükmüyor zannımca. Havanın kapalı olduğu bugünde, bir o kadar da ben içinizi kararttım değil mi? Ama gerçekler acıysa, buna katlanıyor olmak daha bir acı.
Nereden mi biliyorum bunu? Çünkü yılardır ben ve bazı arkadaşlarım bu acılarla yaşamayı öğrendik. Hakkımızda düşüncelerimiz ve fikirlerimiz sebebiyle halkın menfaatlerini dile getirdiğimiz gerekçesiyle rüşvete ve hırsızlığa karşı duruşumuz sebebiyle, bu şehre edilen ihaneti kendimize yapılandan öte bildiğimiz için yüzlerce kez suç duyurusunda bulunuldu. Onlarca kez hakim karşısında hesabını verdik. Binlerce kez maaşlı kalemlerin satırlarına meze yapıldık. Sonuç mu? Biz bildiklerimizi anlatmamızın huzurunu yaşatmaya çalıştık. Diğerleri ya bunu tamamen maddi beklentilerine tahvil etti ya da bize karşı öfke, kin besleyenlerin maddi manevi sosyal ve hukuki olarak ettikleri zulmü keyif içinde izlemeyi tercih etti. Tüm bunlar yaşanırken Devlet-i Ali’nin yüksek yüksek koltuklarını işgal edenler, talan edilen şehri cilalı koltuklarındaki güvenle yüksekten yüksekten bakarken, işin ucu ne zaman azıcık kendilerine dokunsa, ne aba altından sopa göstermekten çekindiler ne değer verdiğimiz büyüklerimizi bizim karşımıza dikmekten imtina ettiler. Bunun dışında şehirdeki talan düzeni, hırsızlık dosyaları, örgütlü suçlar gibi yazımın başında bahsettiğimiz çocuklarımızı geleceği çalınırken ne yaptılar derseniz? Ellerinde popcorn, macera filmi gibi izlediler derim.
Tabi gidip sorsanız bu hadisenin failleri pürü pak olarak pazarlanırken, bize de vatan haini muamelesi yapmak daha kolaylarına geldi. Çünkü biz olmazsak, düzeni bozacak kimsenin olmayışı, herkesin daha çok işine geliyordu. İlk kez bunlarla karşı karşıya kalmadık. Bu şehirde başsavcılar vardı 3. sınıf mafya babası gibi bu şebekenin abisi olan, emniyet müdürü vardı teknik takibin içinden istenilen kişinin çıkarılmasını sağlayan. Bürokratlar vardı paranın gücünü görüp makamlar dileyip soruşturma dosyaları kapatan. Bu şehrin Valisi vardı, 13 ay sonra arkasına bakmadan merkeze kaçan. Hepsi tarih oldu gitti. Birçoğu kelepçe eşliğinde kalktılar oturdukları sıcak makam koltuğundan. Biz hala hamdolsun iki parça huzurun peşinde, yaşamak için mücadeleye devam ediyoruz. Ailemize oldu maddi manevi borcumuz, yükümüz. Onlara vermediklerimizi bu şehrin geleceği için harcadık. Çevremizde hep bunun yanlış olduğunu, suça bulaşmışlara bir şey olmayacağını, olanın hep bize olacağını dikte ile söyleseler de, biliyorum bir gün bizim de çiçeklerimiz açacak. O günleri görecek miyim çok emin değilim ama bir gün o güneşin bütün parıltısıyla bu şehrin de üzerine doğacağından hiç şüphe etmedim.
Şimdi bugüne kadar tüm yaptıklarımızı, yazdıklarımızı, konuştuklarımızı, tanık ifadelerimizi müşteki dilekçelerimizi, hepsini toplayın, istediğiniz sanık sandalyesinde yargılayın, isterseniz idamı geri getirin, iskemlenin üstünde yağlı ilmeğe geçirin boynumuzu, altıma koyduğunuz iskemleyi kendi tekmelemeyen, namert oğlu namerttir. Yani demem o ki hırsızlar, yolsuzlar bu şehrin hakkını, geleceğini çalan ve onların güç, iktidar sahibi ortakları elinizden geleni ardınıza koyarsanız, siz de adam değilsiniz. Ardımızda kalanlara da söyleyebileceğimiz iki çift sözümüz kalıyor geriye, rahmetli Ahmet Kaya’nın şarkı sözünde ki gibi;
“Olsun be iki gözüm olsun, ne olacaksa olsun…”
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.