Aydın’da yollar sizi istedikçe yeşilin ve mavinin tutkulu bir şekilde aşk yaşadığı yerlere götürür. Bu seferki durağımız, Söke’ye bağlı olan Eski bir Rum köyü. Adını Tek göz odadan ve avludan oluşan evlerden alan Domitia(Doğanbey) Köyü.
1924 yılına kadar Rumlara ev sahipliği yapan bu köy mübadele sonucu Rumların mecburen terk etmesi ve bu köye Bulgaristan’ın Yenice Köyü’nden gelen insanlarımızın yerleşmesiyle tekrardan hayat bulsa da 1959 yılında ki depremden sonra tamamen terkediliyor. Bu terkedilme mecburiyetten olsa da köy, o eski güzel, ihtişamlı günlerinden bir şey kaybetmemiştir hala. Rumlar burada incir ve zeytincilik yaparken yerlerine gelen Türkler geldikleri yerde genelde tütünle uğraştıklarından burada bocalamışlar üstüne bir de devletin ilgisizliğinden dolayı tarlalarına daha yakın olabilmek için 2 km uzakta yeni ismiyle Doğanbey Köyü’ne göç etmişlerdir.
Aydın’dan çıkıp keyifli bir yolculuktan sonra Domitia Köyü’ne girişte sizi oranın sevimli kedileri karşılıyor ve geziniz boyunca adeta size eşlik ediyorlar. Gezdiğim her sokakta sağımda solumda rehberlik ettiler bana.
İlk girişte eşsiz Arnavut kaldırımları, taş yapıları, yeşili, muhteşem kokularıyla tüm sokakları saran begonvililer sizi sanki cennetteymişsiniz hissini kapılmanıza yol açıyor üstünde o tertemiz havası ciğerlerinize bayram havası yaşatıyor bu arada havada hiç sinek bulunmaması da ne kadar güzel bir havasının olduğunu anıtlar niteliktedir huzur bulmanız için her şey bir arada burada.
Köydeki pek çok ev, eski politikacılara, öğretim üyelerine ve zengin Alman ailelerine ait. Aslına uygun restore edilmiş durumdalar ve gerçekten çok güzel gözüküyorlar. Tek fark edilmeyen ve fark edilmeyi bekleyen köyün camisi bulunmaktadır. Umarım oda yakında restore edilerek eski ihtişamlı günlerine geri döner.
Her ev çok zevkli insanlar tarafından inşa edildiği belli oluyor. Köye girer girmez burada insan ölmez herhalde hissine kapılıyorsunuz. O Arnavut kaldırımlarda yürümek apayrı bir zevk. Yukarlara çıkıldıkça egenin mavilikleri sizlere göz kırpıyor ve o manzarayı izlemek yaşayacağınız en büyük keyiflerden.
Rum mimarisinin eşsiz örnekleri bu köyde sergilenmektedir. Evler, dükkanlar, şapel ve hastanesi Arnavut kaldırımlarıyla Türk tarzı dar sokaklarıyla sentezlenmiş bu köy 1890’larda hastane amaçlı yapılan yapı daha sonra ilkokul, karakol gibi işlevler yüklenmiş bu bina Dilek Yarımadası( Büyük Menderes Deltası Milli Parkı Tanıtım merkezi olarak restore edilmesiyle, yurt içinden ve dışından gelenlerin bu kültürel zenginleri koruması ve yaşatmasıyla bugünlere gelmiştir.
Türklerin geride bıraktığı bu köy zamanla huzur dolu bir liman haini almıştır. Benzerlerine İtalya’da kasabalarda rastlanan kır evleri, nadir bulunan çiçekleri, birçok tarihi eser bahçeleri ve caddeleri süslemektedir. Ortadan dere yatağı var ama ne yazık ki suyu yok ama susuz bile harika doğasından bir şey kaybetmiş değil.
Milli parkının sınırları içerisinde kalan bu köyde yürüyüş parkurları, trekking alanları, kuş çeşitliliği, gelişmiş florası ve nadir bulunan bitkileriyle siz ne istiyorsanız ona sunan bir yapıda bizler için orada durmaktadır.
Eğer ki ben bitki çeşitliliğinden hoşlanıyorum derseniz, botanik bir bahçe sizleri bekliyor.
Milli park florasında 95 familyaya ait tür tür 804 bitki bulunmaktadır. 33 tanesi endemik bitki türünden ve 13 tanesi ise nadir endemik olarak kabul edilmektedir.
Eğer içimde hayvan sevgisi var diyorsanız onun çeşitliği de çok fazla, yaklaşık 256 kuş türü görülebilir ve nesli tükenmekte olan küçük karabatak, dünyada toplam sayılar 3 bin çift olduğu tahmin edilen tepeli pelikan, küçük akbalıkçıl, akkuruklu kartal ve küçük kerkenez de bu park sınırları içinde bulunan önemli kuş türlerinden bazıları.
Gene burnumuzun dibinde olan bu köyü ne yazık ki çoğu Aydınlı bilmemektedir. Dünyada belki böyle bir yer bulamazsanız bu kadar güzelliği bir arada toplanması gerçekten zor ama biz bu yere sahibiz ama gene yine yeniden değer vermiyoruz merak etmiyoruz ve koruyamıyoruz her zaman olduğu gibi. Tanıtım eksikliği de çok fazla ülkemizde. İnternete bu kadar kolay ulaşabiliyorken böyle güzel yerlerin tanıtımına çok az bütçe ayrılması turizme sade otel olarak katkıda bulunmak gerçekten insana acı veriyor. Bu cennet vatana sahip olmak gerçekten çok şanslı olduğumuzu göstermektedir. Sadece önemli olan şey bu güzelliklerin farkına varabilmektir. Farkına vardığımız zaman bu ülkede yaşamaktan keyif alabilecek hale gelebiliriz. Gerçekten maddi açıdan da çok getirisi olan yerlere sahibiz hatta sahiptik şöyle ki Türkiye’den kaçırılan İzmir Bergama’dan kaçırılan Zeus Sunağı şu an Almanya’da büyük bir müzede sergilenmektedir ve bu müzenin geliri Türkiye’de Ayasofya dahil tüm ören yerlerinin gelirinden daha fazla hatta ve hatta buranın yıllık bakım maliyeti 480 milyon Euro’dur. Rakam inanılmaz bizim taş parçası diye küçümsediğimiz üstlerine o değerli(!) isimlerimizi kazıdığımız taş parçalarına verilen önem burada ki insana verilen önemden daha fazla ne yazık ki.
Gezinizi noktalamadan önce mutlaka ama mutlaka Karina Sahiline uğramanız gerek. 1900’lü yılları ticaret limanı burası. Dilden dile günümüze ulaşan hikayeye göre de dönemin en ünlü Rum tüccarı kızının adı olan Karina’dan almıştır. Eskiden bu limandan zeytinyağı, bal, şaraplık üzüm gibi ürünler gönderilirmiş. Şu an da ise eskiden kullanılan Gümrük binaları balık restoranına ev sahipliği yapmakta ve kumsalda bulunan masalarda güneşin batışını izlerken yenen o taze deniz balıklarının tadı ve keyfi bambaşka.
Bence sözün bittiği yer olan, Rüyadaymışsınız hissine kapılacağınız Domitia Köyü çok uzakta olmasa da gitmeseniz de görmeseniz de orada sizleri büyük bir aşkla beklemektedir. Mutlu ve huzur dolu bir hafta sonu geçirmek istiyorsanız buraya mutlaka gitmelisiniz.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.