O Helenistik dünyanın en ünlü kehanet merkezi, insanların binlerce yıl akın ettiği, Anadolu’nun en ünlü arınma, huzur ve kehanet merkezlerinden biri olan Didyma Apollon tapınağı, coğrafik olarak, aslında Karia’ya ait olan bir yarımada üzerindedir. Buraya sadece Anadolu’dan değil, İtalya ve Fenike kıyılarından doğudan ve batıdan gelen insanların olduğu yerdir. Burası antik dünyanın en büyük üçüncü tapınağı olmasının yanında dünyanın yedi harikasından biri olan Artemis Tapınağı’nın da mimari ikizidir. Brankhidai olarak da anılan kutsal alanın kuruluşu M.Ö. 2. Binyıla dayanır. Didyma, MÖ 8.yüzyıldan MÖ 494’teki Ionia Ayaklaması’na kadar özerk bir kehanet merkezi olarak Brankhid rahipleri tarafından yönetilir. Aslında bu kehanet merkezi Milet kentine aittir. Didyma Apollon’un rahibi, Milet kentinin önemli bir memuruydu. Didyma ismi Helen kökenli değil, Anadolu kökenli bir isimdir. Bazı epigraflar ise kelimenin Helen dilindeki Didymoi(ikiz) sözcüğünden geldiğini savunmaktadırlar. Bu ikiz sözcüğü belki Apollon’un ikiz kardeşi Artemis’i çağrıştırmaktadır. Didyma’da Artemis’in de bir kült merkezi olduğu bilinmektedir. Artemis’e ait bu kült merkezi Didyma Apollon Tapınağı’nın kuzeybatısında, Milet’ten gelen kutsal yolun hemen bitişinde yer almaktadır. İşte tam burada Aydın kentinin medeniyetin durağı olduğunu bir kez daha anlamış olmaktayız.
Anadolu’da ve Yunanistan’daki eski anıt ve yazıtları ilk defa sistemli bir şekilde kaydederek toplayan seyyah Ankonlai Cyriakus (1391-1449), 1446’da Didyma’yı ziyaret eder ve orijinali hiçbir zaman tamamlanmamış olan tapınağı oldukça iyi durumda korunmuş haliyle görür. Romalı coğrafyacı Strabon (MÖ 63- MS 23), tapınağın genişliği nedeniyle üzerinin açık bırakıldığını bildirir. Aslında Strabon’un bahsettiği, tapınağın adeta bir sütun ormanı şeklinde doğu cephesidir. Tapınak 1493’te meydana gelen büyük depremde ilk defa büyük ölçüde hasar görür. 1700’lü yıllarda dönemin mimari sanatından faydalanmak amacıyla, tapınağın mimari çizimini yaparlar Avrupalı sanatçılar. T.Newton, tapınak yakınındaki Kutsal Cadde üzerine çalışır ve Babıali’nin 1857’deki izniyle buradaki on adet oturan heykel ile iki aslan heykelini British Müzesi’ne götürür. O dönemde yüklü para destekleriyle ilk kazı denemeleri yapılır. O dönemde bu kadar yüklü paralar ile kazı teknikleri gelişmediği halde yatırım yapılırken günümüz Türkiye’sinde hala kazı yapmak için üniversiteler destek beklemektedir. Burada önemli olan şey 1700’lü yıllarda neden bu kadar yatırım yapılıyor. Günümüzde hala taş parçası olarak görünen eserleri o dönemde bu kadar önemli kılan şey neydi? Ben hala Avrupa’daki Rönesans hareketinin (15-16.yy) temellerinin Anadolu’dan feyz alınarak atıldığını savunmaktayım. Avrupa mimarisini kent yapılanmalarına bakıldığı zaman Antik Dönemin Anadolu’sunun kopyası olduğunu görmekteyiz. Almanya 2. Dünya savaşından yenik olarak çıkmıştır. Taş taş üzerinde kalmamıştır ama tekrar bu kadar kısa sürede ayağa kalkması kendi kültürlerine sahip çıkmasındandır. Yeniden yapılan yapılarının çoğu savaştan önce çekilmiş fotoğraflara bağlı kalınarak tekrar aynısını yapılmıştır. Ama bize bakıldığında yeni yeni özümüze dönmeye çalışmaktayız. Avrupa’nın kendine göre sentezlediği mimari özellikleri kopyalamaktan vazgeçmeye başladıkça yaşam standardımız artacaktır.
Asıl sorun aslında Türkiye’de 2 grubun olmasıdır. Birinci grup benimde içinde olduğum grup idealleri olan insanlardır. İkinci grup ise standarda alışmış bananecilerdir. Bu grupta ki insanlar geçmişten gelen hatalar ile hayatlarına devam edip hiçbir şey yapmadan üretmeden standart şekilde yaşamlarına devam ederler ne yazık ki güzel ülkemde bu insanlar fazla değer görmektedir. İdealleri olan insanlar bezdirilir hayattan ve ideallerinden uzaklaştırılıp dışlanmaktadır. Neden peki? Buna hala bir cevap bulamadım ne yazık ki. Üniversite hayatımda müze derslerine girmedim ben müzecilik yapmayacağım yeni şeyler bulup toplumu aydınlatacağım hayalleriyle yaşadım hep. Yalnız da değilmişim. Geçenlerde tanıştığım çok değerli bir Arkeolog abimde aynı şeyleri bana söyledi ama hayat şartlarından dolayı müzecilik yapmaya mecbur bırakılmıştı. Aynen ben ve benim gibi olan arkadaşlarımda bir müzede çalışmak için sanırım ellerinde ne var ne yok vermeye razıdırlar.
Konumuza dönecek olursak;
Kehanet merkezinin MÖ 8-6. Yüzyıllar arasındaki zaman diliminde büyük ölçüde araştırıldığı düşünülmekteydi. Bu dönemlerde Brankhid kehanetinin ünü Anadolu dışına yayılmıştır. Geometrik üslupta üçayaklı kazanlar, grifon başlı kaseler, daha geç plastik eserler ve sunaklar kutsal alanı süslemekteydi. Batı Anadolu’da Arkaik Döneme ait en fazla heykel Didyma’dadır. Bunlar genç erkek heykelleri, oturan ve yarı uzanmış durumda heykeller ile aslan heykelleridir. Mısır Firavunu Nekho MÖ 604 civarında kendi zırhını Didyma’ya bağışlamıştır.
Tapınağın mimarlar, Paionios ve Danhnis idi. Paionios, Efesli olup Efes Artemis Tapınağı’nın inşasında çalışmıştır. Tapınak ion nizamında dipteral bir decastylostur, yani etrafı çift sıra sütunlarla çevrili olup uzun yanlarında iki sıra 21 sütuna, kısa yanlarında ise yine iki sıra halinde 10 sütuna sahiptir. Sütunlar sütun tamburunun üst üste dizilmesiyle oluşturulmuştur. Her bir tamburun ağırlığı 2.8 tondur, ayakta duran büyükçe tek parça mermer blok 70 ton ağırlığındadır(muazzam bir ağırlık bugüne gelen en büyük mimari yapı elemanıdır. Günümüzde hala daha restorasyonun güç bela yapılması bu yüzdendir).
Tapınağa doğu tarafından 7 basamaklı ir merdivenle çıkılmakta, pronaosa girilmekte ve buranda demir bir kapı ile ayrılmış orta salona geçilmektedir. Muhtemelen bu orta salonda kehanet isteyenlere istedikleri kehanet bildirilmiştir. Bu salondan merdivenlerle adyton denen üstü açık mekana geçilmektedir. Adytonun içinde en arkada ise prostylos planlı bir küçük tapınak yer almaktadır.
Tapınağın dışında doğuda yer alan 8m çapında yuvarlak yapıda kazılar esnasında metrelerce yükseklikte kül tabakasına rastlanmıştır. Kesinlikle 7-6. Yüzyıllara tarihlenen bu yapı bir sunaktır. Bu sunakla ilgili olarak Pausanias ‘’Milet’teki Didymaion’da bir sunak vardır. Bu sunak Tebaialı Herakles tarafından inşa ettirilmiştir. Miletlilerin söylediğine göre kurban edilen hayvanların kanından oluşmuştur...’’
Kazılarda tapınağa ait envanter bulunmuştur Bu envanterden edilen bilgilere göre, bir sütunun inşası için 40bin drachme harcanmıştır. Miletliler tapınağı tamamlamak için 200 yıl çalışmışlardır ama tapınak tamamlanamamıştır. Caligula, Hadrianus ve Julianus dönemlerinde tapınak inşasına devam edilmiştir. Tapınak MS 262’de Gotlar tarafından yamalanmış. MS 5. Yüzyılda adyton içine bir kilise inşa edilmiştir o dönemde paganizm sona ermiş ve Hristiyanlık yayılmaya başlamıştır, daha sonra tapınak 1493 yılında depremle yıkılmıştır.
Burası Hac merkeziydi insanlar değerli eşyalarını getirir tanrı Apollon’a sunarlardır bu yüzden kahin rahipler gerçekten çok zengindirler. İnsanlar sorularını rahip yardımcılara sorar onlarda uzun tünelden geçer ve rahiplere bu soruları iletirlerdi. Detaylı olarak anlatmak gerekirse Kehaneti bir kadın söylüyordu. Bu kadın elinde bir asa olduğu halde döner koltukta (axon) oturuyordu ve ayakları sudan çıkan buharların içinde duruyor, bu halde tanrının kendine aktardığı bilgileri alıyordu. Bu kadın devamlı olarak kehanet merkezinde yaşıyor, hiçbir şekilde buradan uzaklaştırılmıyordu. Kendisinden kehanet isteyenler de kehanet öncesinde yıkanmak ve üç gün boyunca gıda maddesi almamak zorundaydı. Kehanet, kahin kadın tarafından Hypochrestes adı verilen kişilere yazılı olarak veriliyordu, bu memur, kehaneti, kehanet isteyene ulaştırıyordu. Kehanet genellikle ortaya söylenen her iki tarafından kendisine iyiye yorumlayabileceği nitelikteydi. Örneğin, bir savaş için kehanet, ‘’Güçlü olan kazanacaktır’’ şeklindeydi.
Didyma’nın gerçekleşen kehanetlerinden bazıları: Seleukos için bildirdiği kehanet ‘’Avrupa’ya geçmek için acele etme, Asya senin için yeteri kadar geniş’’ti. Bu kehanete inanmayan Seleukos MÖ 280’de Avrupa yakasına geçer ve Ptolemaios Keraunos tarafından öldürülür. Diğer bir kehanet ise Hz. İsa ile ilgilidir. İsa’nın tanrı mı yoksa insan mı olduğu sorusuna ‘’etten bir insan’’ olarak kehanet bildirilir.
Buraya başvurmak o dönemde çok popülerdi devlet adamları her sorunla karşılaştıklarında buraya gelir danışırlar sorunlarına çözüm ararlardı. Buraya gelenler önce girişteki kutsal suyla temizlenir gelen kişinin mertebesine göre farklı ücretler ödeyerek sorularını sorarlardı. Ne kadar suçlu varsa buraya gelir rahiplerden sığınma talep eder (temizlenmek için) ve çoğu da buraya kabul edilirdi.
‘Dum spiro spero’ (Nefes aldığın sürece umut var demektir).
-Marcus Tullius Cicero-
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.