Yürümek insanın sindirecek yeni şeyler aramak üzere yola düşmesidir. Sindirmek derken kastettiğim, düşünmek.
Düşünmeye engel olmayan, bilakis düşünmenin kapısını aralayan şeylerden en mühimidir yürümek.
Birisi size bir şey anlatacağı zaman “Biraz yürüyelim mi?” der ki anlarsınız size bir şeyler anlatacağını.
Yola düşmek tabirindeki düşmek fiilinin de anlam olarak statik bir duruma işaret etmesindeki gibi yürümek de içinde hem durağanlığı ve atıllığı hem de dinamizmi ve devinimi ifade eden bir karakteristiği taşır.
Koşmaksa ıskalanan birtakım gerekliliklerin, ıskalanan birtakım farkındalıkların farkında olup kendi surunda yeni gedikler açmamak için göreceli olarak daha az mühim olan rükünlerin atlanıp aslında zaten olmamız gereken yere bunları atlaya atlaya geçme aceleciliğidir ve bir anlamda sathilik ve illaki acz barındırır.
Bununla ilgili olarak “vakar” denilen insan vasfı yürümekle barışık, koşmakla zıt bir yeri işgal eder.
Ciddiyetin, kudretin, tahakkümün özdeşleştiği devlet ve o devletin bir enstrümanı olan devlet memurlarının yürümesi ve koşmasının hoş görülmemesi de bundandır.
Mesela “inzibat askerleri koşmaz” diye bir tevatür anlatılırdı askerlik anıları anlatılırken. Kemal Sunal’ın “Postacı” filminden gördüğümüz kadarıyla postacı memurları da koşmaz.
Hatta söz konusu filmde en hızlı yürüyen postacı yarışması bile sahnelenmiş, koşmanın alt sınırı olan hızlı yürümekten öte geçen bir hızlanma devlete ve dolayısıyla onun memuruna yakıştırılmamıştır.
Zira bizde devlet koşmaz, koşarak yapılan aleladelikler bir küçük beyinle iş gören, zaaflarıyla, engelleriyle, kendi iç hesaplaşmalarıyla baş başa kalmış tekil insanın vasfıdır.
Yürüsek de koşsak da yazgımıza yetişiyoruz bir anlamda. Vadeli bir hayat ancak vadesizmiş gibi yaşanılarak katedilebiliyor. Öyle olmasaydı herkes filozof, herkes evliya, herkes hikmet ehli olur, pazar yerleri, çeşme başları, cenk meydanları hep boş kalırdı. Başka bir deyişle ifade edecek olursak yine aynı şekilde bu bahsettiğimiz düşünce adamları da varlıklarını koşmayı yeğleyen aceleci kalabalıklara, cenk meydanını dolduranlara, tribünleri işgal edenlere, dolmuş duraklarına doluşanlara borçludurlar.
Ama aslolan yürümektir. Koşanlar, yürüyenlere düşünürken kullanacağı eczayı taşıyanlardır.
Üzerinde tartışmasız anlaştığımız tek konu vademizin darlığı ve buna inat yaşama dair gönlümüzdeki ihtirasın büyüklüğüdür.
İnsan, bu iki zıtlığın kucağında insan oluyor.
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.