Takip Et
  • 19 Kasım 2024, Salı

ZAMANE

Kanaatimce etrafımızdaki insanları tanımıyoruz. Her birimiz bireyselliğin kıskacında. Bir diğerimizi tanıyacak, derinine varacak, künhüne erecek kertede birbirimizi tanıyor değiliz.

İnsanın insanı tanıması en azından yakın dost, aile içerisinde önem arz eden bir şey iken bu kadarına dahi güç yetiremeyen bir ilgi ve dikkat eksikliği ilişkilerin ekseriyetle olumsuz şaşkınlıklara uğramasına sebep oluyor.

Baba oğlunun eş konusundaki seçimini şaşkınlıkla karşılıyor, koca eşinin yıllar sonra evrildiği başkalaşımı kafasında bir yere oturtamıyor.

Kendi zihnimizde eksik bir sabite olarak konumlandırdığımız bir yakınımızın hiç de ona yakıştıramadığımız söz veya eylemiyle karşılaştığımızda çoğu zaman onun hakkındaki bilgisizliğimizi üstümüzden atmaya yarayacak o cümleyi kuruveriyoruz.

‘’Bunu sana yakıştıramadım.‘’

Evet, bu kelimeyi belki giydiği bir ceket için, dinlediği bir şarkı, denediği farklı bir yemek için söyleseydik bu bir suçlama olmaktan çıkar farklı bir yoğurt yiyiş olarak değerlendirilip hoşgörü süzgecinden geçirilir, hazmedilebilir bir kıvama sokulurdu ama öyle değil.

Genellikle "Bunu sana yakıştıramadım" cümlesi devrilen bir çamın arkasından söylenen beyhude ve kendimizin aklanması karşılığı karşı tarafın zemmedilmesiyle sonuçlanan bir infaz oluveriyor.

Tabii ki bunu ona yakıştıramazdık çünkü onun ölçülerini bilmiyoruz, onun çayı kaç şekerli içtiğini, ne tür elbise giydiğini, tuttuğu takımı, oy verdiği partiyi, mensubu olduğu din ve mezhebi biliyoruz ama bunların kişiyi bir yere koymaya kafi nitelikler olduğunu kabullenmişiz ve o kişiyi tanımaya yönelik başka bir psikolojik biyopsi örneği almak gayretinden geri durmuşuz.

Yani çerden çöpten bir iki ayırıcı beşeri vasıf, bir iki hüviyet bilgisi dışında kişinin kişiliğinden, kendilik bilgisinden bihaberiz.

Kalabalıklar arasında geçerken kafamızda da kalabalıklar var. Zihnimiz bir sürü öteberi ile dolu ve sistem tarafından sadece kendi başımızın çaresine bakmakla mükellef kendi pozisyonumuzu ve bencil isteklerimizi tatmin etmeye matuf bir yaşam mottosunu bize telkin etmiş kimse kimseyi deşemiyor.

Ne kadim iki dost olunabiliyor biriyle ne de iki aşık.

"Bir dost bir post yeter bana" diyor ya Müslüm Gürses bir eserinde. İşte onu dinlerken düşünüyorsun bu sözleri söyleyen ciddi mi yoksa hamaset mi yapmış diye.

Ama bir zamanlar pekala bir dosta ve bir posta razı insanlar yaşıyormuş dünyada.

Bir dost evet insanın bütün yaralarını sarabilen, deşebilen, derinine inebilen dehlizlerini, görebilen bir dost...

 

Halbuki modern hayat ihtiyaçlara göre kurulu.

Daha doğrusu beşeri ihtiyaçların kaba bir açıksözlülükle itiraf edildiği ve bunların teminine odaklı menfaat ilişkileri...

Ve bunun beslediği bir iklim dolayısıyla insanın insandan kaçınması ve korunmak için kendi kafesini kendi inşa etmesi beraberinde gelen modern dünya ilkellikleri...

Böyle bir ortamda bencillik soslu yalnızlıklar tercih edilen ya da mahkum olunan yaşam tipi oluverir sizin için. Ve beraberinde çokça sırt sıvazlayıcı cümleler duyabilirsiniz hani şu sosyal medya platformlarında gazımızı çıkarmamıza yarayan gaz gidericiler. Etika görünümlü kamyon arkası yazıları, aforizma görünümlü partizan sloganları, amacı ego okşayıp menfaat toplamak olan dünyalık bekçileri aradığınız dilden seslenir size:

‘’Üzülme üzdüler mi seni ?

‘’Unutma kaybeden sen değilsin’’

‘’Bırak arkandan konuşurlarsa konuşsunlar

Sen onlara iki gömlek fazlasın ‘’gibi şeyler.

İşte bu sözler kimsenin ne kendini ne de bir başkasını tanımadığının delaleti, tanımadığının ve üstüne üstlük kendini kandırdığının delaleti bu sözler.

Bu sözleri duyan biz kifayetsiz muhterisler de durduğumuz yanlış yeri doğru belleyip oraya çakıyoruz kazığımızı, orada yiyoruz azığımızı, yanlışta karar kılmamıza yarayan sorgulamamızı, özeleştirimizi bize unutturan pohpohlamalar, lokal hatta vokal anestezilerin yağmuru altında ıslanıyoruz.

İnsan olma yarışındaki yanlışlarımızı bize şirin gösteren, haksızlığımızı haklı gösteren sahte yol tabelaları.

Kimsenin birbirini tam manasıyla tanımadığı bir ortamda değerinin bilinmediğinden yakınanlar, yaptığı davranışla şaşırtanlar, ettiği kendisine yakıştırılamayanlar ve çömezliğinin ceremesini unutmak için afyon arayanlara bir cevap sahte yol tabelaları.

Eksiğini gören eksiğini tam eder. Yırtığını gören söküğünü diker, bizi uyuşturan antidepresanlar değil bizi uyaran dost kırbaçları hayrımızadır.

Ne demişler bazen güzel şeyler doğru değildir bazen de doğru şeyler güzel değildir. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.