Bir rivayete göre yaraların üzerini sarmak için kullanılan ‘gazlı bez’, etimolojik kökenini Filistin’deki ‘Gazze’ şehrinden alıyormuş.
Bu bilgiyi sağlık sektöründen bir arkadaşım verdiğinde şaşırdım ve hemen hz. arama motoruna yöneldim. Rivayetin aynısı yazıyor.
Devamında da diyor ki, Gazze’de üretilen ipekli ‘gazzatum’ adında ince bir kumaş varmış, bu kumaş Hristiyan olmayanlarla ticaretin yasaklanmasına rağmen, 13’üncü yüzyılda Avrupa’ya ihraç edilmiş. Sonra gazlı bezler pamuklu kumaşlardan üretilmiş.
Gazze kelimesinin etimolojik kökeni ile ilgili olarak da, ‘güçlü yer’ tanımlamasına rast geldim.
Eğer rivayetler doğru ise, bu güçlü yer gel zaman git zaman ‘gazlı bez’i dünyaya hediye ederek bilumum yaraları sarmış ama gelinen noktada kendi yaralarını saramamış.
Bir sakallı şairin dediği gibi;
“Gül gibi geçinip giderken
yer değiştirdi yaralarımız”
Aynı şairin, ‘Yaranın beyanı esastır’ sözüne binaen şiirle soluklandığımız yazıya kaldığımız yerden devam edelim.
Gazze yarasını beyan ediyor, etmese de zaten beyan, ‘ayan beyan’ ortada ama şu çirkin ideolojilerimiz, şu birbirimizin yarasına körleştiren ideolojilerimiz ‘ayan beyan yara beyanı’nı görmezden geliyor.
Bir vakit baba tarafından Kayseri, anne tarafından Kırşehir torunu bir tehcir çocuğu ile konuşurken, laf elbette soykırım mevzuuna geldi. Gazeteciyim didiklemeyi seviyorum ya, kendisine ‘Hocalı katliamı’nı sordum. O da sustu ve ‘Türk değil Ermeni kahvesi’ dediği kahveyi hem de bakır cezvede pişirmeye devam etti. Sonra karşılıklı oturup Ermenilere mi Türklere mi Yemen üzerinden Araplara ya da dünyanın bizzat kendisine mi ait olduğunu çözemediğimiz kahvelerimizi yudumladık. Köpüklü idi bu arada…
Bizim memlekette de şöyle bir hava var şimdi; orada çoluk çocuğun soyu kırılıyor, bazıları da “Bunu savunmak muhafazakarlara düşer ya da bunu savunanlar muhafazakar” diye düşünüp ayan beyan yaraya burun kıvırıyor.
Zaten ayrıldık binimiz bin parça oldu, zaten kamplaştık her köşemiz kamp mekânı… Ama bre kardeşim göz görüyor göz, bu kadar mı lâl eyledi ideolojileriniz, bu kadar mı amasınız ayan beyan yaralara?!
Bilmem ne zaman kamp kurduğumuz köşelerin bir zamanlar başka kampçılara, ondan öncesinde de başka kampçılara ait olduğunu düşünür kabul ederiz…
Bilmem ne zaman, şairin dediği gibi yaralarımızın yer değiştirdiğini anlarız da, kahveyi dünya mirası kabul edip karşılıklı höpürdetiriz…
Kahve içtikten sonra fal kapatmak adetimdir. Beş dakika geçmeden unutsam da söylenenleri severim dinlemesini. Kahveyi bir içsek, sonra da fal kapatsak ve o falda da bir vakte kadar, tüm dünyanın yaralarını saran Gazze’nin yaralarının sarıldığını, iki vakte kadar da tüm yaraların tüm ideolojilerin zincirlerinden kurtulduğunu görsek…
Şairin; budak ile ağacın yarasını konuşturduğu şiiri şu dizelerle biter…
“ağaç ve ben
yaranın ve budağın hatırası için
gül gibi, amacım kokmak
yapraklanıp duruyorum:
neden olmasın?”
Ezcümle artık gül gibi koksak, yaprağa dursak ya…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.