Aslında hiç anmak bile istemediğim bir konu olsa da maalesef size bugün zulüm ve zalim kavramında bir makale yazacağım. Bugün yazımı üç farklı hat üzerinde yazacağım.
Bu yazının yazılmasına ilham olan durum da şu, birkaç gün önce tvDEN Ana Haber Bülteni’nde Selime Aydemir’in konuğu olan gazeteci Emin Aydın’ın anlattıkları.
Emin Aydın’ın, “zulmedenlere de kalmayacak bu dünya” demesiyle öylece kala kaldım. “Ölüm var” diyordu, “ölümün gerçek olduğu bir ortamda zulme boyun eğmeden doğruları söylemeye devam etmeliyiz” derken hakikati bize aktarıyordu.
Anketlerden bahsetmişti bir gün önce ve orada bazı verileri açıklamıştı. Bu veriler ışığında Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nun, durumunun kötü olduğunu belirtip “Bunları açıkladıktan sonra Özlem Çerçioğlu’na yakın bir haber sitesinde bir haber vardı, ‘Emin Aydın hakkında 3 suç duyurusu…’ Anketler Özlem Çerçioğlu’nun durumunun kötü olduğunu gösteriyor ifadesinden bile şikayetçi olan suç duyurusunda bulunan bir belediye başkanı var şehirde. Sadece bana zulüm etmiyor. Bu şehre zulüm ediyor. Çerçioğlu’nun zulmünden de bu şehrin bu insanların kurtulması gerektiğini düşünüyorum…” diyen Emin Aydın, Çerçioğlu’nun zulüm yaptığının altını çiziyordu. Bunları dinledikten sonra biraz bu konu hakkında düşünüp bir yazar sıfatımla düşüncelerimi halka aktarmam gerektiğine karar verdim. Ne de olsa biz fikir işçileriyiz.
***
İnsanlık tarihi boyunca zulmün varlığı, insanların hayatlarını ve toplumları derinden etkilemiştir. Zulüm, bir kişi veya grubun, güçlerini kötüye kullanarak başkalarına haksızlık yapması denilebilir. Ancak, zulüm sadece doğrudan mağdurları etkilemekle kalmaz, aynı zamanda toplumun geneline de zarar verir. Zira zulüm, içinde barındırdığı adaletsizlik ve acıyla şahlanır.
Zulme uğrayanlar doğrudan zarar görürken, zulmü yapanlar da uzun vadede kendi içlerindeki insani değerleri kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Zira zulüm, vicdanın ve insani değerlerin erozyonuna neden olur. Bir kişi veya grup, başkalarına zulmettiğinde, kendi ruhsal ve moral sağlığını da tehlikeye atmaktadır. Bu durum, toplumun genelinde güven kaybına ve toplumsal bağların zayıflamasına yol açar.
Zalim kim? Zulmeden kim? Zulme uğrayan kim? Bunların hepsini kayda alan bir manevi güç var. Buna dini jargonla da bir şeyler anlatılabilir belki ama ben kısa bir hikâyecik ile zalim ve zulüm konusunu hitâma erdireyim. Sevgili okurlarım, düşüncelerime katılır ya da katılmaz bilemem ama bize gerçeğin üstünü örmenin ya da onları halktan saklamanın “kâfirlik” olduğu öğretilmişti çocukken. O yüzde sessiz kalamazdım…
***
KABAĞIN SAHİBİ VAR BEYİM!
Vaktiyle bir gariban meczup berbere gider. Berber garibanın saçlarını kazımaya başlar ve diğer tarafa usturayı vuracakken, mahallenin kabadayısı içeri girer. Doğruca meczubun yanına gider, başının kazınmış tarafına sert bir tokat atarak:
– Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye bağırır.
“Dövene elsiz, sövene dilsiz” olan, halktan gelen her şeyin Hakk’tan geldiğini bilen meczup, hiç ses etmez. Fakat kabadayının tıraş esnasında da dili durmaz, sürekli alay eder gariban ile.
Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, kontrolden çıkan bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelerek kabadayıyı altına alıp sürükler. Arabanın oku göğsüne saplanan Kabadayı oracıkta feci şekilde can verir. Gürültüye hızla dışarı fırlayan berber gördüğü manzara karşısında afallayarak dönüp meczuba bakar, sorar:
– Biraz fazla olmadı mı?
Gariban meczup düşünceli bir şekilde cevap verir:
– Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın da bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
Sevgiyle kalın…
ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.