Özge’nin babası…
16 Ağustos 2015, PazarTweet |
Özge çalışmak için gazeteye ilk geldiğinde Emin Aydın’a "Bu kız çok farklı. Hiç dalgalanmayan deniz gibi sakin bir insan" demiştim.
Hiç yanılmamışım. Kitap okuyan, işini elinden geldiğinin en üst seviyesinde yapmaya çalışan, bırakın dedikoduyu, eleştirmeyi bile beceremeyen bir genç gazeteci bizim Özge.
Bir gün büroda köşemi yazarken Özge, "Abi ben de hikaye yazıyorum" deyince merak ettim, okudum çok hoşuma gitti. Bir evlat, babası için o kadar güzel şeyler anlatıyordu ki etkilendiğim için Özge’den "Bir parçasını köşemde yazabilir miyim?" diye rica ettim, kırmadı. Bu gün de köşemde Özge’nin hikayesinden alıntı yapıyorum. Umarım sizde beğenirsiniz…
"Dünyanın en uzun insanı değildi, en kısası da. Dünyanın ne merkezinde ne de kenarında oturuyordu. Grenwich’e uzaktı ama uzayda da değildi. Köşkte oturmuyordu, deniz kenarında da bir yalısı da yoktu. Son model bir arabası yoktu ama at arabasında da gitmiyordu. Dünyanın en ‘pahalı’ hiç bir şeysi yoktu.
7 kardeşi olan bir aileydi onun ki ama ‘sözde’ aile. Dağılmış bir ev, bacası yıkılmış bir ocak. En büyük kardeşti, 6 kardeşine ağabeylik yapmış, yapmaya çalışmış yorgun bir savaşçıydı. Burada herkes aynı hayatı yaşardı ama o farklıydı. Keşfi yapılmamış, gün yüzüne çıkmamış bir tarih gibiydi. Farklı kelime farklı sözcüktü o. Belki hayat yol verse okur bilim adamı ya da büyük ‘her şey’ olurdu, ister matematikçi deyin ister mühendis deyin… İşte kafa o kadar sağlamdı. Hani bir kelimenin birden çok anlamı vardır ya o da öyleydi. Yaptığı, söylediği her şeyin farklı anlamı vardı.
10 yaşlarında nasırlaşmaya başladı küçük eller, kalem tutacak küçük eller kova taşımaktan nasır tuttu. Ev işlerine yardım değildi bu, anneye sıradan bir yardım değildi. Sıradan bir kova taşıma değildi. ‘Ekmek parasıydı’, el işiydi. Alın teriyle eve katkıydı, yemeğe bir damla yağdı onun yaptığı. Küçük yaşta başlamış çalışmaya.
İlkokuldan çıktı… Çıktı ama çıkmayı bile beklemedi ya da bekletmediler. Anne kokan yastıklarda uyanamadı, başka evlerde başka kokulara uyandı. Onun için çocuk olmak, anlamını daha önce duymadığı bir kelime gibi uzak ve merak konusuydu. O sıradan bir insan, sıradan bir vatandaş değildi. O farklı iklimdi, sonbaharının yanında ilkbaharını da yaşardı, buz gibi soğuğun ayazına, bahar esintisini de getirirdi.
Hani dedik ya elleri küçük yaşta nasır tuttu. Ayaklarına da bağlamıştı nasır, ama yüreği kanat çırpmış, çelimsiz omuzlarındaki yüklere rağmen nasırlaşmamış, hayata inat, neye inat derseniz deyin, yüreği sağlam yorgun bir savaşçı olmuş."