Takip Et
  • 17 Mart 2016, Perşembe

İftarlık gazoz filmi üzerine bir deneme

Hafta sonunda 40 yıllık bir dostumla Forum Alışveriş Merkezi'ndeki bir sinemaya gittim. Cem Yılmaz’ın İftarlık Gazoz filmini birlikte izledik. Bu filim üzerine düşüncelerimi aktarmak istiyorum. Filmin sanatsal değeri ve oyuncuların rolleri üzerine görüş beyan etmeyeceğim. Zira bu benim boyumu aşar. Ben sadece filmin senaryosu ve yönetmeni üzerine düşüncelerimi aktaracağım. Filmin yönetmeni olan arkadaşımızın Aydın'nın Köşk ilçesinden olması da beni çok mutlu kıldı.

 

Filmin konusu Muğla'nın Ula ilçesinde geçiyor. 1980 öncesi anarşi ve öğrenci olayları sırasında ODTÜ’yü terk edip köyüne dönen bir ağa çocuğunun hareketleri ve ilkokulda okuyan 10 yaşlarında bir çocuğun, gazoz imalatçısının (Cem Yılmaz) yanında çalışması ve bu esnada başından geçen olaylar anlatılıyor.

Ramazan ayına denk gelen serüvende ilkokul talebesi çocuğun orucunu bozduğu takdirde 61 gün kefaret ödemesi üzerine yapılan bir sürü spekülatif hareketler. Olayların 1980 öncesi yaşanması fakat filmin 2016 Türkiye’sinde çekilerek vizyona girmesi sosyolojik ve siyaseten bana çok acayip geldi. Filmin başında yaşanan olayların tarihinin verilmemesinin çok önemli bir hata olduğunu düşünüyorum. Bu film 1990’lı yılların başlarında çekilseydi ve gösterilseydi bu deneme yazısını yazmazdım. 1983’te demokrasiye geçildikten sonra bu film, çekilip gösterilmiş olsaydı manevi, ahlaki ve siyasi açıdan bir değer atfederdi. Ama siz 40 yıl öncesinde yaşanmış bir olayını 40 yıl sonrasının Türkiye’sinde yeni oyuncularla çekerseniz bunu da filmin başlangıcında hissetmezseniz siz dünyadan bihaber hayat yaşıyorsunuz demektir.

 

GÜNÜMÜZE UYMUYOR

Senaryoyu yazan kişinin çelişkilerle dolu bir malzemeyi dile getirmesi, toplumun bugün geldiği noktayı bilememesi demektir. Dünyada kominizim veya Marksizm ideolojisi, siyasi, felsefi ve pratik olarak tedavülden kaldırılmış bir paraya benzer. Bugün dünyada ve Türkiye’de Marksizm peşinde koşturan ne bir gençlik vardır ne de geniş halk yığınları vardır. 1980 öncesi Türkiye’mizde 8-10 tane üniversite büyük şehirlerde bulunuyordu. O günün üniversite gençliği, dünyadan esinlenerek bu düşüncenin peşinden koşturdu. Bugün Türkiye’de 250 civarında üniversite, ülkenin her şehrinde bulunmaktadır. Kontrol edilemeyen 81 vilayette komünizmin peşinden giden gençliğin bugün Türkiye’de var olmadığını herkes görmektedir. 40 yıl öncesinde Avrupa’da açlık ve sefalet diz boyu idi. Kapitalizmin pençesinde insanlar eziliyorlardı. Bu tezat içerisinde Doğu Bloku ülkeleri olan ve Sovyetler Birliği'nin mabedine itaat eden 15 civarındaki Avrupa ülkeleri ise bugün geçmişte yaşadıkları 40 yıllık Marksist hayatlarına lanet okumaktadırlar.

''MARKSİST İDEOLOJİNİN PEŞİNDEN GİDEN YOK''

Bugün Türkiye’de üniversite gençlerine baktığımızda 250 üniversite gençliğinin arasında bu düşünceye inanan insan yok denecek kadar azdır. Diyorum ki 2016 yılında 40 yıl öncesinin toplumsal görüntüsü filme alınıyorsa bu ahlaki açıdan dikkate alınmak zorundadır. Senarist tarafından. Filmin konusu 2016 yılında vizyona girdiği zaman, her şeyden önce 1980 öncesi görüntülerinin ve anlayışlarının devam ettiğinin propagandası yapılıyor. Veya en azından bu izlenimi vermektedir. İşte bu görüntünün verilmesi ahlaki açıdan ve sosyolojik açıdan tenkit edilmesi gereken bir keyfiyettir. Siz ölmüş, bitmiş ve tükenmiş olan bir Marksist ideolojiyi insanların acıma ve merhamet duygularına hitap ederek veya istismar ederek tekrar canlandırmayı insanın aklına getirebilecek bir izlenimi verirseniz bu tarihi sosyolojik ve ahlaki açıdan çok mahsurlu demektir. Zira 15 yıllık AKP iktidarında cezaevlerindeki yaşantı ile 40 yıl önceki yaşantı arasındaki farkı, o günü yaşayan insanlardan dinlerseniz bu senaryolu filmin ne kadar dramatik bir amaç hedeflediğini görmüş ve anlamış olursunuz. 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.