Takip Et
  • 16 Temmuz 2020, Perşembe

AYASOFYA; BİR CAMİDEN FAZLASI...

Okullarda az buçuk kimya dersi görmüş  olanlar turnusol kağıdının ne olduğunu bilirler. Bilmeyenler için hemen söyleyelim; turnusol, kimyada kullanılan önemli ayıraçlardan biri olup, çözeltilerdeki asit ve bazları ayırt etmekte kullanılır. Turnusol, asitle temas ettiğinde kırmızı, bazla temas ettiğinde mavi renk verir.(Wikipedia)

Yani, asit ve bazlar turnusol karşısında kendilerini hemen ele verirler.

Tıpkı turnusola benzeyen bazı toplumsal olaylar vardır ki, toplum bireylerinin ideolojik, kültürel ve inanç kimliklerini ortaya çıkarırlar.

Danıştayın geçtiğimiz hafta Ayasofyanın statüsünü değiştiren kararı da, bir nevi toplumsal turnusol kağıdı fonksiyonu icra etmiştir.

Söz konusu kararın hukuki manası ile Ayasofya'nın tarihsel ve sembolik anlamını bilen ya da bilmeyen pek çok kişi, değişik mecralarda fikirlerini beyan ettiler. Umulmadık insanlar kararın yanında dururken, kararın yanında durmaları beklenen pek çok kişi ise karşı tarafta yer aldı. Kısacası, Ayasofya sayesinde herkesin renginin ne olduğu belli oldu.

Şimdi, gelelim Ayasofya konusundaki gerçekleri anlatmaya;

Öncelikle, ilgili Danıştay kararıyla ilgili bir yanlışı düzeltmekte fayda var. Ayasofya, sözkonusu Danıştay kararıyla cami haline getirilmedi. Üst derece bir yargı mercii olan Danıştayın, yasal olarak böyle bir karar alma yetkisi bulunmamaktadır. Söz konusu karar, 1934 yılında alınmış idari mahiyetteki bir kararın iptalinden ibarettir. Ayasofya, adı geçen Danıştay kararı ile tekrar eski statüsü olan camiye dönüştürülmüştür. Bütün olay bundan ibarettir...

Peki, 1934 tarihli söz konusu BKK'nın iptal gerekçesi nedir?

Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul'u fethettikten sonra Ayasofya'ya giderek Cuma namazı kılmış ve Ayasofya'nın cami olarak vakfedilmesine karar vermiştir. Bu karar ve caminin idaresi ile ilgili diğer hususlar, Ayasofya'nın vakıf senedinde açıkça yer almaktadır. 1453'ten 1934'e kadar geçen 481yıllık süre içerisinde Ayasofya'nın cami statüsü aynen devam etmiştir. 1934 yılına gelindiğinde ise, içerden ya da dışardan herhangi bir baskı ve talep olmamasına rağmen, şaibeli bir BKK ile Ayasofya müzeye çevirilmiştir.

Şaibeli dememin sebebi ise, söz konusu BKK'nda yer alan Atatürk'ün imzasının sahte olduğu ve hatta kararda imzası bulunan bazı bakanların kararın imza tarihinde Ankara dışında oldukları yönünde bir takım rivayetlerin söz konusu olmasından kaynaklanmaktadır.

Öyle ya da böyle, vakıf senedi ile tapusunda cami olarak belirtilen Ayasofya'nın, sanki hiç böyle birşey yokmuşçasına, camiden müzeye dönüştürülmesi, idari ve hukuki açıdan zaten yanlış ve haksız bir karardı.

Danıştayın 10 Temmuz tarihli iptal kararı da, aynen belirttiğim gerekçelere dayanmaktadır.

Şimdi bazılarının aklına şu soru gelmiş olabilir;

Yüzyıllardır kilise olarak kullanılan Ayasofya, Fatih Sultan Mehmet tarafından neden kiliseden camiye dönüştürülmüştür?

Öncelikle belirtmeliyim ki, İstanbul'un fethi, Peygamberimiz tarafından müjdelenen ve Onu fetheden komutanın ve askerlerin gene peygamberimiz tarafından övüldüğü bir hadisedir. İşte bu şerefe nail olmak isteyen pek çok insan, tarih boyunca İstanbul'u fetih girişiminde bulunmuş, lakin başaramamışlardır. İşte böylesine önemli bir fethi gerçekleştirme başarısı gösteren Yüce Fatih, beldenin en büyük kilisesi olan Ayasofya konusunda "Kılıç Hakkı"na da sahip olmuştur.

Peki, kılıç hakkı nedir?

Kılıç hakkı, İslam hukukunun bir kavramı olup, savaşla ele geçirilen gayrimüslim beldelerde, fetihten sonra hukukun izin verdiği bazı tasarruflara verilen isimdir. Söz konusu tasarrufların başında ise, o beldenin en büyük ibadethanesinin camiye çevrilmesi gelmektedir.

İçinizde, "Şimdi Osmanlı Devleti mi var ve İslam Hukukuyla mı yönetiliyoruz da kılıç hakkından bahsediyoruz" diyenler çıkabilir. Hemen söylemem gerekir ki, meselenin laiklikle veya İslam Hukukunun günümüzde geçerli olup olmamasıyla hiçbir alakası yoktur.

Kılıç hakkı hukuki bir konudur ve eski hukukun verdiği bir haktır. Eski hukuk bugün var olmadığı için bu hakkın devam etmediğini düşünmek, temeli yine eski hukuka dayanan binlerce müesseseyi şaibeli duruma düşürür. Böylesi bir durumda, dedelerimizin dedelerinden kalan gayrimenkuller ve diğer varlıklar üzerindeki haklarımızdan hepimizin vaz geçmesi gerekir ki, bu da abesle iştigalden başka bir şey değildir.

Öte yandan, Avrupadaki başkentler içerisinde camisi olmayan tek şehir olan Atina'daki ecdad yadigarı ibadethanelerin çoğunun yerle bir edildiği; Sırplar'ın 1990’ların yüzkarası olan savaştan sonra Bosna’daki camileri kiliseye çevirdikleri gerçeği ortada dururken, "Aman Avrupalı dostlarımız ne der" anlayışıyla çıtkırıldımlık yapmanın hiç bir alemi yoktur.

“İslâm hukuku bugün geçerli değildir, dolayısı ile Ayasofya da cami olmamalıdır!” kafasıyla gittiğimiz müddetçe, adamlar bizden kalmış ne kadar cami varsa kiliseye çevirirler ve biz de içimiz burkula burkula izleriz...

Son söz;

Tarihsel ve kültürel mirasımız konusunda fazla kibarlık, tarihimize, ecdadımıza ve nihayet kendimize karşı saygısızlık demektir...

Esen Kalın... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.