Takip Et
  • 14 Kasım 2019, Perşembe

HERŞEY ZIDDIYLA KAİMDİR...

Herhangi birine "geceyi tarif et" deseniz, genellikle gündüzden yola çıkarak başlar anlatmaya;

"Güneş ışığının olmadığı, hiçbir şeyin görülmediği karanlık bir zaman dilimi" gibi bir cevap verir.

"Gündüzü tarif et" deseniz, bu defa anlatmaya geceden başlar;

"Karanlık olmayan, herşeyin apaçık görülebildiği aydınlık bir zaman dilimi" diye tanımlar.

Fakirliği bilmeyene zenginliği, zenginliği bilmeyene de fakirliği anlatmak zordur. Oysa, hastalığı bilene sağlığın kıymetini anlatmak çok daha kolaydır.

Siyah olmasaydı beyazı, gökyüzü olmasaydı yeryüzünü, varlık olmasaydı yokluğu, soğuk olmasaydı sıcağı, iyiler olmasaydı kötüleri anlamamız zorlaşırdı.

Yiyeceklerin ekşisi, acısı ve tuzlusu olmasaydı, tatlı ve lezzetli olanı ayırt edemezdik.

Kabil olmadan biz nereden bilebilirdik Habilin iyi bir insan olduğunu? Ebü Cehil olmasaydı nasıl idrak edebilirdik Hz. Peygamberin ululuğunu? Firavun ve onun gibiler olmasaydı Hz. Musa'nın yüceliliğini kolayca anlayabilir miydik? İnsan varken hayvana, melek varken şeytana ihtiyaç nedendir, hiç düşündünüz mü?

"Alemde herşey zıddıyla kaimdir" sözünü mutlaka duymuşsunuzdur. Bu hafta, bu sözün manası üzerinde beraberce kafa yoralım istiyorum. Bunun için de söze, merhum Necip Fazılın şu mısralarıyla başlayalım;

"Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın;

Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın…"

Bu mısralar, alemde her şeyin zıddıyla var oluşunun edebi bir ifadesidir. Yani, alemdeki her kötü örnek, güzel örneklerin daha kolay anlaşılmasına vesile olur. Bu manada, hakkın ve hakikatin fazileti, batıl ve şer karşısında daha anlaşılır hale gelir. Yaratılan hiçbir şey, sebepsiz yere yaratılmamıştır. Aslında, bizim zıt veya birbirlerine muhalif gördüğümüz herşeyde bir sır, bir hikmet vardır.  Önemli olan, bu sırları keşfedip anlayabilmektir. Her zıt birbirine muhtaçtır.

Yine, Necip Fazıl;

"Zıtlar arası ahenk, af ve günah yarışta;

Bütün zıtlar kavgada, bütün zıtlar barışta..."

mısralarıyla bu gerçeği çok ta güzel dile getirmektedir.

İnsan idraki, bu dünyadaki her şeyi ancak zıddı ile kavrayacak şekilde yaratılmış olsa da, her şeyin bilinmesi, tanınması ve anlaşılması için mutlaka zıtlarıyla karşılaştırılma zorunluluğu bulunmamaktadır. Örneğin, bir insanı, bir hayvanı ya da bir çiçeği anlatmak için illaki onların zıtlarını anlatmamıza gerek yoktur. Bu konuda vurgulamak istediğimi husus, zıt olan şeylerin birbirlerinin idrakini kolaylaştırdığıdır.

Belirtilmesi gereken bir başka önemli husus ise, “Her şey zıddı ile kaimdir” kuralının sadece yaratılmış varlıklar hakkında geçerli olduğudur. Herşeyi yaratan Yüce Allah için zıtlık diye birşey düşünülemez. Peygamber ve melekler de dahil olmak üzere, bütün noksanlık ve kusurlardan uzak olan Allah'ın nasıl bir varlık olduğu hakkında hiç kimse bilgi sahibi değildir. Allah'ı anlayıp kavramak için, O'nun yarattıklarına ve sıfatlarına bakmaktan başka çare yoktur.

Her zıtlığın yaratıcısı Allah'tır. Kafiri de, inananı da Allah yarattı. Küfür olmadıkça din de olmaz. Birbirinin zıddı olan din ile küfrü bile birbirlerinin ayrılmaz parçası olarak niteleyen Mevlana, her ikisinin yaratıcısının da bir olduğunu belirterek, "Din, küfür olmadıkça olmaz. Çünkü din, küfürden vazgeçmektir" der. Bu nedenle, hiçbir zaman "inananlar varken kafirler, güzellikler varken çirkinlikler, ve hatta Cennet varken Cehennem neden yaratıldı" diye sorgulamamak lazım gelir.

Bu konuyla ilgili olan şu yaşanmış hikaye ne kadar da manidardır;

Hak dostlarından Sünbül Sinan Efendi, bir gün müritlerine şöyle sorar:

- Eğer Cenab-ı Hak, bu kainatın idaresini size vermiş olsaydı ne yapardınız?

Böyle bir soru ile hiç karşılaşmamış olan müritler çok şaşırırlar. Fakat hocalarına bir cevap verebilmek için düşünüp farklı farklı görüşler ileri sürdüler:

- Efendim, dünya üzerinde bir tek kafir bırakmazdım.

- Bütün kötülükleri yok ederdim.

- İçki içenleri helak ederdim, vs.

İçlerinde biri ise cevap vermeden susuyordu. O kişi, Sünbül Sinan Hazretlerinin dikkatini çekti ve ona bakarak sordu:

- Evladım, ya sen ne yapardın?

Edebinden yüzü kızaran mürit, büyük bir mahcubiyet içinde dedi ki:

- Efendim, Allahü Teala’nın bu kainatı idare etmesinde haşa bir noksanlık mı var ki, ben farklı bir şey yapabileyim? Kainattaki ilahi düzen, kusursuz bir şekilde işlerken ben; aciz, kısıtlı aklımla “Şunu şöyle yapardım, bunu böyle yapardım” diyebilir miyim? Ne haddime.

Sünbül Sinan Hazretleri, bu güzel cevaptan son derece memnun kaldı. Mütebessim ve nurlu çehresiyle müridini süzerek şöyle dedi:

– İşte şimdi iş merkezini buldu!

Bundan sonra o müridin adı “Merkez Efendi” olarak kaldı ve asıl ismi olan Musa Muslihiddin unutulup gitti.

Unutmayın ki, kainat zıtlıklardan meydana gelmiş ve gerçekler bu zıtlıklar içerisinde gizlenmiştir.

Bize düşen, Yüce Yaradanın her zıtlığa gizlediği ibret verici sırları ve hikmetleri keşfetmektir.

Son söz;

‘Kim, gönlünü daha fazla cilaladıysa daha ziyade görür; ona daha fazla suretler görünür. Perde ardındaysan perdeden çık da, o şaşılacak padişahlığı gör.”

(Mevlana)

Esen Kalın...

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.