Takip Et

FELSEFE TAŞI

"Hermetik felsefenin bir uygulaması olan simya, mistik yanıyla kirli olanın saflaştırılması yani insan ruhunun arındırılarak tanrısal töze ulaştırılmasını hedefler. Öyleyse içindeki tanrısal özü bulmak isteyen kiși tıpkı maddelerin saflaştırılması gibi kendi içine dönerek kendini saflaştırmalı ve içindeki gizli felsefe taşına ulaşmalıdır. “Dışa Bakan Rüya Görür İçe Bakan Uyanır” kitabından alıntı./C.Gustav Jung

Birçoğumuz felsefe taşını Herry Potter filmi ile tanıdık. Felsefe taşı simyada, dokunduğu her şeyi altına çeviren taş olarak bilinmekle birlikte, aynı zamanda iksiriyle de ölümsüzlüğü sağlayan taş olarak nitelendirilmektedir. Simyacılar çeşitli taşları ateşte eriterek, arıtıp damıtarak, saflaștırıp öze ulaşmaya çalışmışlardır. Nihayetinde felsefe taşına ulaşıldığı rivayet edilmekte. Aslında bunlar ütopik, efsanevi anlatımlar. Biraz da olaya sembolik bakmak lazım. Altın saflık, bilgelik ve aydınlanmayı temsil etmekte. Burada felsefe taşı olarak vurgulanan husus insanın içine dönerek, içsel bakış açısıyla aydınlanması, varlığının manasını çözerek öze ulaşmasıdır. Dolayısıyla buna, tasavvuftaki nihai amaç olan tekamüle ermek olarak bakmanın yanlış olmayacağı kanaatindeyim.

İnsan da taş misali, hayat yolunda yuvarlanarak, birbirine çarparak aşınmakta, rüzgarda savrulup, sellerle boğuşmakta, acıdan geçerek yanmakta, kavrulmakta. Kireç taşı, mermer, dolomit ve başka karbon içeren kayalar binlerce yıl yer altında gizlenip, her türlü değişim ve başkalaşım sonrası elmasa dönüşerek ışıl ışıl parlayan, enerji yayan kıymetli bir taşa dönüşüyor.

Bir taş için değişip dönüşmenin binlerce yıl aldığı bir dünyada ortalama ömrü yüz yıl dahi olmayan insanın değişip o aydınlanmış üst insana dönüşmesi hemen oluverecek bir süreç değil elbette. Dünyada ilk insanın yani Homo sapiens sapiens’in yaklaşık 200 bin yıl önce Doğu Afrika’da ortaya çıktığını, kökenin siyahi olduğunu söylüyor bilim insanları. Düşünün, o günden bugüne evrimleşip geldiğimiz bilinç, fiziksel ve düşünsel yapının başkalaşımındaki sürecin uzunluğunu. Bunca süreç içerisinde değişmeyen ve ilkelliğini her daim koruyan yanımız ise saldırganlık, öldürmek, yok etmek, tüketmek.

2022 yılında dahi, maalesef savaşmak gibi ilkel bir tavrı, aslolan daha çok güç elde etme gayesini gizleyerek, güya insani zorunluluktan ötürü gösterdiğini iddia etmekte ülkeler. Savaş kelimesi dahi insanı ürpertirken, bunu olağan bir durum olarak göstermek insana ihanettir, hakarettir. Çok üzücüdür ki savaşta acı çeken hep masum halk en çokta anneler ile çocuklar olmuştur.

Her insanın içine yönelip, kendisiyle dürüstçe baş başa kalıp, kendisini yontup, ateşe atıp, damıtıp, saflaştırarak özüne ulaşması, aydınlanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü değişim ancak içten dışa doğru olur. Kendi yolumuzu bulup felsefe taşımızı yaratıp, altının bilgeliğine ulaşarak dünyayı ölümsüz sevgiye teslim etmek umuduyla.... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.