Takip Et

GERÇEKLİKTEN ÖLMEMEK İÇİN SANAT

“Gerçeklikten ölmemek için, sanatımız var.” Nietzsche’ye ait bu söz ile karşılaştığımda ciddi manada etkilendim. Belki sanatın yıpratıldığı, hayatın zorluluklarının daha bir etkili olduğu, geleceğe olan inancın sarsıldığı bu günlerde gerçekle çırılçıplak karşılaştığımız içindi bu etkilenmem.

Sanat, insanın var etme kabiliyetinin en önemli varlık unsuru. M.Ö.’ki dönemlerde dahi insan sanatla hemhal olmuş. Gördüğü her şeyi resmetmeye, duyduğu her sesi bir ritme sığdırmaya, her ritimden kendine bedensel bir figür üretmeye, yaşamı bir oyun sahnesine taşımaya, her duyguyu bir sese harfe büründürüp şiirler, metinler, hikayeler, romanlar yazmaya kendini vakfetmiş, soluduğu her coğrafyada doğayı resmetmiş.

Ortaçağ karanlığında, sanat ve sanatçı dinin emrinde olmuş, sanat kilise için yapılmış, sadece dini figürler resmedilmiş, en iyi mimari örnekler bile kiliseler olmuş, şehirler, yerleşimler kilise etrafında oluşturulmuş, özgün/özgür sanat eserleri şeytani bir araç olarak görülmüş. Ortaçağda bile aslında sanatın var olduğunu ama özgür bir ortamda asli amacını gerçekleştiremediğini görüyoruz. Sanat yine gerçeklikten ölmemek adına, kiliseye, Tanrıya adanmışlık duygusuyla yapılmış. Dolayısıyla her ne kadar karanlık çağ olarak adlandırılsa da özgür olmasa da kendi sanatını yaratmayı başaran, sanattan kendini soyutlayamayan bir dönem bence Ortaçağ. Bu da hiçbir düşüncenin, hiçbir ideolojinin, yaşam şeklinin sanattan kopuk yasayamayacağının en güzel örneği zannımca.

Sanat niye var diye kendinize sorduğunuzda, verdiğiniz cevapları inanın çok merak ediyorum. Sanat, insanın varlık bilincini sorgulamak için var, ölümsüzlüğü tatmak için var, kötü olana başkaldırı için, hakkın yanında olmak için, geçmişi ve şu anı sentezleyip geleceğe ışık olmak için var, ruhun içinde papatyalar açtırmak , uğur böceklerini uçurtmak için var. Sanatsal bakış, insanın yaşama estetik, empatik, analitik, duyarlı bir anlayışla bakmasını sağlıyor.

Siyasi ve ekonomik zorluklarla baş etmeye çalışırken dinlediğin bir müziğin ritmine kapılıp, gözlerin kapalı bedenini ritme uydurduğunda gerçekliğin seni karanlık, acı veren derin kuyusunda esir almasına başkaldırmış oluyorsun. Seni sorunlardan, acılardan, zorluklardan kurtarmıyor belki sanat ama gerçeğin girdabında ölmene de izin vermiyor.

En büyük sanat eseri doğa şüphesiz. Sayısız çiçeği, böceği, bitkisi, hayvanı ile masmavi gökyüzü, denizi, dağları, kırları, akarsuları ile insanı iyileştiren doğa tam bir ilham kaynağı ayrıca.

Sanat, bir ülkenin ruhunu temsil ediyor bence. Maalesef gerçek sanatçıların değil magazin figürlerinin alkışlandığı bir dönemi yaşıyoruz. Bu manada ölümsüz, ďinamik, mutlu, üretken ülke ruhundan ziyade, arabesk bir melodi ile kendini jiletleyen bir ülke ruhuna sahibiz.

Sanatın tüm ihtişamı ile ruhumuzu bilge kıldığı, bir balerinin tütüsüne tutunup muhteşem orkestradan gelen ezgilerle sahneyi zarafetle doldurduğumuzun hayali ile gerçeklikten ölmemek için daha özgür daha kaliteli sanat umuduyla.... 

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.