Takip Et

KELEBEK KANATLI THEMIS

“How to Get Away With Murder” isimli bir hukuk drama dizisi izliyorum. Başarılı, tuttuğunu koparan, ünlü bir savunma avukatı olan Annalise Keating ve öğrencilerinin hukuk ile bağlantılı sorunlu hayatlarını konu alıyor. Bu dizide Amerikan hukuk sistemine epeyce değinilmiş, kimi zaman hayran kalınan, kimi zaman da “eyvah burada da güçlülerin hukuku” dedirten sahnelere tanıklık ediyorsun. En berbat yanı da kazanmak için çirkefleşmek, yasa dışı yöntemlere başvurmak vs. Yani demem o ki her yerde güçlülerin hukuku, heryerde güçlülere adalet...

Dizinin bir bölümü beni çok etkiledi. Bu da; 13 yaşında babası tarafından uyuşturucu için onlarca erkeğe tabiri caizse satılan ve bu erkeklerin tecavüzüne uğrayan siyahi bir kadının duruşmasını konu alan bölüm... Etnik ayrımcılığın kurbanı. Amerika’nın ötekisi. Bu siyahi hayat kadını, bir gece uyuşturucu ve alkolün etkisindeyken polis tarafından durdurulunca yanında ateşli silah bulundurduğu tespit edilip tutuklanıyor. Yapılan yargılama sürecinde, ünlü avukatımız bu kadının ilk tutuklanma dosyalarına ulaşıyor, hakkında yasal işlem yapıldığı ilk dosyanın 13 yaşında olduğunu tespit ediyor. Bu istismara uğrayan, fuhuşa zorlanan küçük siyahi kız hakkında ilk tutuklanmasında herhangi bir tedbir uygulanmamış, suçlu muamelesi yapılarak geldiği ortama yani suça sürükleyen babasının yanına geri yollanmış. Aynı durumdaki beyaz çocuklara ise koruyucu tedbirler uygulanarak, onlara yeni bir yaşam şansı verilmiş. Neticede yargılamayı yapan mahkeme, bu siyahi kadına, henüz küçük bir kız çocuğuyken, ilk yasal işlem yapıldığında gerekli müdahaleyi yapmayıp, şu an içinde bulunduğu durum engellenemediği için Amerika Birleşik Devletleri adına bu siyahi kadından özür dileyerek beraatine karar verip, hakkındaki tüm dosyaları kapatıyor. Bir hayatın acılarla sürüp gitmesine, daha doğrusu yaşamak bile denilemeyecek bir ömrün hiçlikte silinip gitmesine sebep olunan acınası sistemsel kararlar. Uzun lafın kısası ayrımcılık, güçlünün adaleti, güçlünün hukuku....

Maalesef bizim yargı sistemimizde de benzer durumlar ziyadesiyle mevcut. Bazen zorunlu müdafi görevlendirmelerinde suça sürüklenen çocuklar ile karşılaşıyorum. Bu çocukların yaşadığı ortamlar zaten suç mahalli, çoğunun anne ya da babası cezaevinde. Birçoğu adliye ve polis tarafından aşina yüzler, onlarca kez polisler tarafından savcılığa getirilmiş, salıverilmiş, tekrar suç işlemiş çocuklar. Yaşadığı ortamdan soyutlanmadığı, haklarında ciddi koruyucu tedbirler alınıp rehabilite edilmedikleri sürece geleceklerindeki tüm acılardan hepimiz sorumluyuz aslında. Ciddi devlet politikaları geliştirilmeli, bu çocuklara fırsat eşitliği sunulmalı, beslenme, barınma, eğitim, sağlık gibi hakları sağlanarak, toplumun değerli birer ferdi oldukları ciddi, gerçekçi, samimi bir şekilde hissettirilmeli...

Mevcut hukuk sistemimizden de şikayetim var. Özellikle tutuklama kararlarındaki tutarsızlık, orantısızlık, keyfilik, tutukluluğun sınırının aşılması. Örnek verecek olursam; taksiren ölüme sebebiyet veren biri asli kusurlu olsa da tutuksuz yargılanırken, basit yaralama sebebiyle kişi aylarca tutuklu olabiliyor. En kötüsü de tutukluluk için CMK 100/3. Maddeye atıfta bulunarak katalog suç denilip tutuklama yapılması ve bir savunma avukatı olarak tutukluluğa itiraz dilekçenizde ne yazarsanız yazın bu dilekçelerin okunmayıp, yeterli değerlendirmede bulunulmadan basmakalıp şekilde reddedilmesi. Öyle şeyler oluyor ki müvekkilinin yargılandığı suç, katalog suç olmadığı halde bu şekilde nitelendiriliyor, kopyala yapıştır kararlar ile müvekkilinin suçundan bambaşka bir suç yazılıp tutukluluğun devamı kararı verilebiliyor.

Anayasamızın 19. Maddesi ile güvence altına alınan HÜRRİYET hakkı çok acımasızca, hukuksuzca gasp ediliyor.

Ben her şeyden evvel hukuk sisteminin bir ülke için çok mühim olduğuna inananlardanım. Maalesef bu gerçekliğe yargı mensupları da dahil olmak üzere siyasi erk de kulak tıkamış durumda. İnanıyorum ki bizler, adaletin olmadığı bu dünya düzeninde küçük kelebek kanatlarımızı çırparak devasa iyilik perilerine dönüşecek, Themis’in yönettiği bir dünyayı var edeceğiz, kötülüğü yeneceğiz...

Her toplumda yönetim kimde ise, güçlü odur. Her yönetim, kanunlarını işine geldiği gibi koyar. Demokratlar demokratlığa uygun kanunlar, zorbalar zorbalığa uygun kanunlar, ötekiler de öyle… Bu kanunları koyarken kendiişlerine gelen şeylerin, yönetilenler için de doğru olduğunu söylerler, kendiişlerine geleneklerden ayrılanları da kanuna, doğruluğa aykırı diye cezalandırırlar… Doğruluk her yerde birdir; yönetenin işine gelendir. Güç de yönetende olduğuna göre, düşünmesini bilen her adam bundan şu sonuca varır: Doğruluk güçlünün işine gelendir. Eflatun

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.