Takip Et

Ne Bu Sıcaklar?

Yıllardır herkes yaz mevsimini “Ne bu sıcaklar?” diyerek karşılar. Kimse de bu ifadeyi soru olarak algılamadığından cevap verme refleksi geliştirmemiştir; çoğunlukla yakınma olarak değerlendirir ve eşlik ederiz “Ay evet ya.” Ben de düşündüm ki bu soruya bu köşede birlikte cevap arayabiliriz belki. Evreni suçlamak yerine, birilerini suçlarız birlikte, çözüm yollarını konuşuruz.

*

Tarihten bu yana periyodik olarak gerçekleşen iklim değişikliği, 19. yüzyıla gelindiğinde sürekli ısı artışının izlendiği bir süreci başlatmıştır. İnsan etkinlikleri ile küresel atmosferdeki bozulmalar sonucunda ortaya çıkan bu düzensiz iklim değişikliği, ‘küresel ısınma’ olarak tanımlanıyor. Küresel ısınma günümüzde popülerliğini bir miktar kaybetmiş gibi görünse de, şiddetle varlığını sürdürmeye ve bu sebeple bilimsel alanda çeşitli çalışmalarla önemini korumaya devam ediyor. Peki çağımızın en ciddi problemlerinden biri olan ‘küresel ısınma’ nasıl ortaya çıktı?

*

İnsanoğlu, hayatta kalma mücadelesi içinde dönüşü olmayan aşamalar kaydetmiştir. Bunlardan biri göçebe yaşamdan yerleşik hayata, ürettiğini tüketen tarım toplumuna geçiştir. Diğeri topraktan kopularak endüstriyel dünyanın yaratıldığı, tüketerek üreten topluma geçiştir. Endüstrileşme etkisi ile 19. yüzyılda kapitalizmin yayılmasıyla, kâr hırsı ve yarışma duygusunda insanoğlu, gözünü kan bürümüş biçimde sürekli doğayı tüketmekten kendini alamamıştır. Artan nüfus yanısıra, fordist üretimin ve modern taşıma sistemlerinin arttığı, bitki örtüsünün ve ormanların tahrip edildiği, hızlı ve çarpık kentleşmenin yaşandığı bu dönem, enerji tüketimi ile atmosferde başta karbondioksit olmak üzere, kükürt ve azot oksitleri ile metan gibi bazı gazların artışına sebep olmuştur. Sera gazı olarak da adlandırılan bu gazlar, yeryüzüne yakın atmosfer tabakaları ile dünyaya düşen güneş ışınlarının geri dönmesini engelliyor ve ısıyı tıpkı bir seranın içinde korunduğu gibi koruyorlar. Zaman ilerledikçe yeryüzünde biriken bu ısı her yılın bir öncekinden daha sıcak geçmesine sebep oluyor ve sonra “Ne bu sıcaklar?” Bu sıcaklar; bizim bilinçsizliğimiz, aç gözlülüğümüz.

*

İşin tuhafı, insanoğlu uzun yıllar bu gaz salınımının farkında bile değil, farkında olduğunda da uzun bir süre zarar olarak değerlendirmemiş. Ancak 1962 yılına gelindiğinde çevrenin verdiği sinyallerden zarar görmeye başlayınca, doğanın ve doğal kaynakların korunması için Avrupa Uzmanlar Komitesi kurulmuş ve bu alanda çalışmalar başlatılmış. Oysa bu tüketim anlayışından sadece biz zarar görmeyeceğiz, gelecek kuşaklar da zarar görecek ama bu bilinç de ancak 1987’de “Ekonomik, çevresel ve toplumsal gereksinmelerin ‘gelecek kuşakların yaşam koşullarına zarar vermeden’ karşılanmasını hedefleyen bir dünya görüşü.” ifadesiyle Birleşmiş Milletler Brundtland Raporu'nda karşımıza çıkıyor. Avrupa’da gelişmeler böyle ilerliyorsa Türkiye ne haldedir tahmin ediyorsunuz herhalde.

*

Nihai enerji tüketimleri incelendiğinde küresel ısınmaya etkiyen tüm sera gazı salınımının %30’u ulaşım, %31 endüstri, %35’i yapı sektöründen (%4 diğer) kaynaklandığı görülüyor. Ulaşımın yapılar arasında gerçekleştirildiği de düşünüldüğünde, en büyük zararın yapı sektöründen kaynaklandığını görmek, yapı sektörünün kilit taşlarından olan ve çevreye karşı sorumluluğu eğitimlerinin ana odağı olan mimarları daha duyarlı hale getiriyor şüphesiz. Yapının tasarımı, malzeme ve bileşenlerinin üretimi, kullanımı, bakımı, işletilmesi, iklimlendirilmesi gibi tüm süreçler, sera gazı salınımına ve dolayısıyla küresel ısınmaya çok büyük etki ediyor. Bu sebeple mimarlık, küresel ısınmayla bilimsel anlamda mücadele eden yegane meslek gruplarındandır ve bu sebeple mimarlar, yapı sektöründe maddi ve siyasi kaygıları ile etkin rol oynayan siyasetçi ve yapı üreticileri ile sürekli savaş halindedir.

*

Şuan içinde oturduğunuz ev, masasında çalıştığınız ofis, sedyesinde tedavi gördüğünüz hastane, o birimden bu birime gönderildiğiniz kamu yapıları vb. tüm yapılar, atmosfere yaptıkları karbon salınımı ile üzerinize güneş gibi çöküyor. Bu sıcaklar, o sıcaklar. E tabi siz de, evinizi ofisinizi satın alırken, yapının enerji etkinliğini sorgulamamışsınızdır, hakettiniz bunu. Gerçi bunu sizlerin sorgulamasına bırakan yöneticiler utansın. Çağdaş ülkelerde yeşil bina sertifikaları geliştirildi, kamu yapılarının sıfır karbon salınımı ile üretilmesi yasal zorunluluğu getirildi. Kopenhag 2030 yılına kadar çevreye hiçbir zarar vermeyecek biçimde karbon nötr olma vizyonuyla 2023 yılında Dünya Mimarlık Başkenti olmayı hedefliyor. 2023 vizyonunun naifliğine bakar mısınız? Bizim ülkemizde maalesef bu gelişmeler yok değerli okuyucular. Sadece geçen ay ilk defa, genel yönetimin ‘Türkiye’yi 3 Kıtanın Sağlık Merkezi Yapacağız’ sloganlarıyla düzenlediği bir afişte ‘Dünyada Amerikan Leed ve Dünya Bankası EDGE yeşil bina konsepti sertifikalarının her ikisine sahip tek hastane” yazısını gördüm. Bu durum, toplumun da çevreye karşı duyarlı olduğunun, yöneticiler tarafından farkedilmesinin bir göstergesi olarak, beni heyecanlandırdı. Dilerim hızlı biçimde, karar vericiler yasal zorunluluk ve denetimlerle ciddi düzenlemeler getirirler, toplumumuzda da bilinç seviyesi ve böylelikle enerji etkin yapı talebi artarak, sektördekileri bu bilinçle inşaat yapmaya zorlar.

*

Yoksa daha çook “Ne bu sıcaklar?”

ÖNEMLİ NOT: Bu sayfalarda yayınlanan okur yorumları okuyucuların kendilerine ait görüşlerdir.